avcılar escort
Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
jesder
Muratcan Işıldak
Köşe Yazarı
Muratcan Işıldak
 

MART AYININ ARDINDAN KÜRESEL SİYASET MANZARASI

Geçtiğimiz ay, ulusal sınırların çoktan aşılmış olduğu bir çağda, hiçbir iç gelişmenin dış etkilerden bağımsız düşünülemeyeceğini bir kez daha hepimize hatırlattı. Özellikle küresel siyasetin en belirleyici aktörlerinden biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nin birkaç hafta içinde dış politika eksenini böylesine sert bir biçimde değiştirmesi, yalnızca Washington’da değil; başta Avrupa, Ortadoğu ve Avrasya olmak üzere tüm dünyada diplomatik tansiyonu gözle görülür biçimde artırdı. Trump’ın Dönüşü ve Yönetim Krizi Donald Trump'ın yeniden yükselişe geçtiği bu süreçte, daha önce birçok analistin uyarılarına konu olan “öngörülemezlik” ve “çıkar maksimizasyonu odaklı yaklaşım” tekrar sahneye çıkmış durumda. Mart ayı, Trump’ın hem içeride hem dışarıda mevcut kurumlarla yaşadığı çatışmaları daha görünür hale getirdi. Beyaz Saray’daki güç odakları arasındaki gerilim, “sessiz kriz” evresini aşıp kamuoyuna mal olan bir rekabet halini aldı. Uzun yıllar “kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışıyla yürütülen Amerikan iç siyasetinde artık çatışmalar sahne önüne taşınıyor. Ukrayna Dosyasında Madencilik Karşılığı Barış Mart ayının dikkat çeken gelişmelerinden biri de Trump yönetiminin Ukrayna’ya yönelik tutumunda gözlemlenen değişiklikti. 28 Şubat’ta dünya kamuoyunun önünde yaşanan Zelenski-Trump gerilimi, yalnızca diplomatik bir sürtüşme değil, aynı zamanda Ukrayna’daki savaşın nasıl bir pazarlık konusuna dönüştüğünün de göstergesiydi. Ukrayna'nın nadir toprak elementlerini kapsayan “Mineral İş Birliği Anlaşması”, ABD’ye önemli bir kaynak aktarımı sağlarken, karşılığında Kiev yönetimi için bir “ateşkes umudu” oluşturdu. ABD’nin bu anlaşma üzerinden Rusya’yı barışa ikna etme vaadi, aslında Cumhuriyetçi Parti’nin Kremlin’le daha müzakereci bir dil kullanmaya meyilli oluşunun da bir yansıması. Ancak Ukrayna için bu denklem oldukça kırılgan. Zira ülkenin sahip olduğu stratejik minerallerin önemli bir bölümü hâlâ Rus işgali altındaki bölgelerde bulunuyor. Bu durum, ABD’nin pozisyonunu "ilke sellikten uzaklaşıp çıkar odaklı pragmatizme kayan" bir çizgiye yerleştiriyor. AB ve Ukrayna Arasındaki Siyasi Sıkışma Avrupa Birliği, Ukrayna’nın bu hamlelerini resmen veto etmese de özellikle Kiev’in mineral zenginliklerini Batı dışındaki aktörlerle paylaşması halinde üyelik sürecinin sekteye uğrayabileceği yönünde sinyaller verdi. Özellikle Almanya ve Fransa’dan gelen açıklamalarda, bu tür “tavizlerle gelen barışın” AB değerleriyle çelişebileceği vurgulandı. Bu bağlamda Zelenski'nin hem ABD'yle barışı sağlama hem de Avrupa'nın siyasi desteğini kaybetmeme ikilemi arasında kalacağı bir dönem başladı. Ortadoğu’da Ateşle Oynamak ABD’nin Mart ayında Ortadoğu’ya yönelik saldırgan politikasında iki ülke öne çıkıyor: İran ve Yemen. Özellikle Husilerin Aden Körfezi ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayan stratejik geçiş noktası Babu’l Mendeb de ABD gemilerine yönelik saldırıları, Washington yönetimini askeri operasyonlara sevk etti. Ancak bu saldırıların yalnızca militan grupları değil, sivilleri de hedef alması, uluslararası kamuoyunda ciddi eleştirilere neden oldu. İran’a yönelik tehditlerin yeniden tırmanması ise Trump yönetiminin seçim öncesi bir tür dış politika sertliği gösterme çabası olarak da okunabilir. Nükleer faaliyetleri nedeniyle Tahran’a yönelen dikkat, Nisan ayında ABD-İran arasında planlanan müzakerelerle yeni bir boyut kazanacak gibi görünse de İsrail’in bölgede öncü rol üstlenme söylemi, olası bir çatışmanın sinyallerini veriyor. Ekonomik Milliyetçilikte Yeni Perde: Gümrük Duvarları Nisan ayına girerken Trump yönetimi, dış politikadaki agresifliğini ekonomik kararlara da taşıdı. 2 Nisan’da açıklanan yeni gümrük vergileriyle birlikte, ABD artık tüm ithalat kalemlerinde en az %10’luk bir vergi uygulamasına geçti. Çin ve Avrupa Birliği gibi ticaret devleri için bu oran %20 ila %34 arasında değişiyor. Bu gelişme, küresel tedarik zincirlerinde büyük sarsıntılar yaratmakla kalmadı, ABD ile Çin arasında yeni bir ticaret savaşı dalgasının fitilini de ateşledi. Çin yönetiminin ABD şirketlerine karşı ihracat kısıtlamaları getirmesi ve ‘güvenilmez kuruluşlar’ listesine bazı Amerikalı firmaları alması, bu restleşmenin sadece ekonomik değil, aynı zamanda teknolojik ve stratejik bir mücadeleye dönüştüğünü gösteriyor. Trump’ın Üçüncü Dönem Hayali: Kurumsal Krizin Eşiği ABD Anayasası'nın açık hükümlerine rağmen Trump’ın üçüncü kez başkanlığa aday olma isteğini dile getirmesi, yalnızca siyasi bir taktik değil; aynı zamanda Amerika’daki kurumsal demokrasinin sınırlarını zorlayan bir meydan okumadır. Sosyal medya üzerinden yayılan “Trump vs Obama 2028” mizahi senaryoları her ne kadar spekülatif olsa da bu tür çıkışlar demokratik istikrar açısından ciddi uyarılar içermektedir. Sonuç: Uluslararası Normların Geri Çekildiği Bir Dönem Geldiğimiz noktada ABD’nin küresel sistemde kuralların garantörü olmak yerine yalnızca çıkarlarını önceleyen bir aktöre dönüşmesi, dünya genelindeki otoriter yönetimlere cesaret veren bir zemin hazırlamaktadır. Bu yalnızca küresel barış ve güvenlik için değil; uluslararası hukukun meşruiyeti, insan hakları normlarının sürdürülebilirliği ve demokratik rejimlerin direnci açısından da son derece risklidir. Dolayısıyla Mart ayı, yalnızca diplomatik krizlerin ya da savaş ihtimallerinin değil; aynı zamanda dünya siyasetinde yeni bir gerçekliğin habercisi olarak tarihe geçti: Kuralların değil, güçlerin konuştuğu bir düzene doğru kayıyoruz.
Ekleme Tarihi: 02 May 2025 - Friday

MART AYININ ARDINDAN KÜRESEL SİYASET MANZARASI

Geçtiğimiz ay, ulusal sınırların çoktan aşılmış olduğu bir çağda, hiçbir iç gelişmenin dış etkilerden bağımsız düşünülemeyeceğini bir kez daha hepimize hatırlattı. Özellikle küresel siyasetin en belirleyici aktörlerinden biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nin birkaç hafta içinde dış politika eksenini böylesine sert bir biçimde değiştirmesi, yalnızca Washington’da değil; başta Avrupa, Ortadoğu ve Avrasya olmak üzere tüm dünyada diplomatik tansiyonu gözle görülür biçimde artırdı.

Trump’ın Dönüşü ve Yönetim Krizi

Donald Trump'ın yeniden yükselişe geçtiği bu süreçte, daha önce birçok analistin uyarılarına konu olan “öngörülemezlik” ve “çıkar maksimizasyonu odaklı yaklaşım” tekrar sahneye çıkmış durumda. Mart ayı, Trump’ın hem içeride hem dışarıda mevcut kurumlarla yaşadığı çatışmaları daha görünür hale getirdi. Beyaz Saray’daki güç odakları arasındaki gerilim, “sessiz kriz” evresini aşıp kamuoyuna mal olan bir rekabet halini aldı. Uzun yıllar “kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışıyla yürütülen Amerikan iç siyasetinde artık çatışmalar sahne önüne taşınıyor.

Ukrayna Dosyasında Madencilik Karşılığı Barış

Mart ayının dikkat çeken gelişmelerinden biri de Trump yönetiminin Ukrayna’ya yönelik tutumunda gözlemlenen değişiklikti. 28 Şubat’ta dünya kamuoyunun önünde yaşanan Zelenski-Trump gerilimi, yalnızca diplomatik bir sürtüşme değil, aynı zamanda Ukrayna’daki savaşın nasıl bir pazarlık konusuna dönüştüğünün de göstergesiydi. Ukrayna'nın nadir toprak elementlerini kapsayan “Mineral İş Birliği Anlaşması”, ABD’ye önemli bir kaynak aktarımı sağlarken, karşılığında Kiev yönetimi için bir “ateşkes umudu” oluşturdu.

ABD’nin bu anlaşma üzerinden Rusya’yı barışa ikna etme vaadi, aslında Cumhuriyetçi Parti’nin Kremlin’le daha müzakereci bir dil kullanmaya meyilli oluşunun da bir yansıması. Ancak Ukrayna için bu denklem oldukça kırılgan. Zira ülkenin sahip olduğu stratejik minerallerin önemli bir bölümü hâlâ Rus işgali altındaki bölgelerde bulunuyor. Bu durum, ABD’nin pozisyonunu "ilke sellikten uzaklaşıp çıkar odaklı pragmatizme kayan" bir çizgiye yerleştiriyor.

AB ve Ukrayna Arasındaki Siyasi Sıkışma

Avrupa Birliği, Ukrayna’nın bu hamlelerini resmen veto etmese de özellikle Kiev’in mineral zenginliklerini Batı dışındaki aktörlerle paylaşması halinde üyelik sürecinin sekteye uğrayabileceği yönünde sinyaller verdi. Özellikle Almanya ve Fransa’dan gelen açıklamalarda, bu tür “tavizlerle gelen barışın” AB değerleriyle çelişebileceği vurgulandı. Bu bağlamda Zelenski'nin hem ABD'yle barışı sağlama hem de Avrupa'nın siyasi desteğini kaybetmeme ikilemi arasında kalacağı bir dönem başladı.

Ortadoğu’da Ateşle Oynamak

ABD’nin Mart ayında Ortadoğu’ya yönelik saldırgan politikasında iki ülke öne çıkıyor: İran ve Yemen. Özellikle Husilerin Aden Körfezi ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayan stratejik geçiş noktası Babu’l Mendeb de ABD gemilerine yönelik saldırıları, Washington yönetimini askeri operasyonlara sevk etti. Ancak bu saldırıların yalnızca militan grupları değil, sivilleri de hedef alması, uluslararası kamuoyunda ciddi eleştirilere neden oldu.

İran’a yönelik tehditlerin yeniden tırmanması ise Trump yönetiminin seçim öncesi bir tür dış politika sertliği gösterme çabası olarak da okunabilir. Nükleer faaliyetleri nedeniyle Tahran’a yönelen dikkat, Nisan ayında ABD-İran arasında planlanan müzakerelerle yeni bir boyut kazanacak gibi görünse de İsrail’in bölgede öncü rol üstlenme söylemi, olası bir çatışmanın sinyallerini veriyor.

Ekonomik Milliyetçilikte Yeni Perde: Gümrük Duvarları

Nisan ayına girerken Trump yönetimi, dış politikadaki agresifliğini ekonomik kararlara da taşıdı. 2 Nisan’da açıklanan yeni gümrük vergileriyle birlikte, ABD artık tüm ithalat kalemlerinde en az %10’luk bir vergi uygulamasına geçti. Çin ve Avrupa Birliği gibi ticaret devleri için bu oran %20 ila %34 arasında değişiyor. Bu gelişme, küresel tedarik zincirlerinde büyük sarsıntılar yaratmakla kalmadı, ABD ile Çin arasında yeni bir ticaret savaşı dalgasının fitilini de ateşledi.

Çin yönetiminin ABD şirketlerine karşı ihracat kısıtlamaları getirmesi ve ‘güvenilmez kuruluşlar’ listesine bazı Amerikalı firmaları alması, bu restleşmenin sadece ekonomik değil, aynı zamanda teknolojik ve stratejik bir mücadeleye dönüştüğünü gösteriyor.

Trump’ın Üçüncü Dönem Hayali: Kurumsal Krizin Eşiği

ABD Anayasası'nın açık hükümlerine rağmen Trump’ın üçüncü kez başkanlığa aday olma isteğini dile getirmesi, yalnızca siyasi bir taktik değil; aynı zamanda Amerika’daki kurumsal demokrasinin sınırlarını zorlayan bir meydan okumadır. Sosyal medya üzerinden yayılan “Trump vs Obama 2028” mizahi senaryoları her ne kadar spekülatif olsa da bu tür çıkışlar demokratik istikrar açısından ciddi uyarılar içermektedir.

Sonuç: Uluslararası Normların Geri Çekildiği Bir Dönem

Geldiğimiz noktada ABD’nin küresel sistemde kuralların garantörü olmak yerine yalnızca çıkarlarını önceleyen bir aktöre dönüşmesi, dünya genelindeki otoriter yönetimlere cesaret veren bir zemin hazırlamaktadır. Bu yalnızca küresel barış ve güvenlik için değil; uluslararası hukukun meşruiyeti, insan hakları normlarının sürdürülebilirliği ve demokratik rejimlerin direnci açısından da son derece risklidir.

Dolayısıyla Mart ayı, yalnızca diplomatik krizlerin ya da savaş ihtimallerinin değil; aynı zamanda dünya siyasetinde yeni bir gerçekliğin habercisi olarak tarihe geçti: Kuralların değil, güçlerin konuştuğu bir düzene doğru kayıyoruz.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
avcılar escort