Siyaseti, yalnızca parti programları ve kürsü konuşmalarından ibaret gördüğümüzde büyük bir sahneyi ıskalıyoruz: Evde, arabada, kuliste ve kamera arkasında süren “gölge diplomasi”. Bu görünmez alanın en etkili aktörlerinden biri de politikacıların eşleri. Resmî yetkileri olmasa da sembolik sermaye, güven ilişkileri ve erişim ağları üzerinden siyasetin ritmini etkileyebiliyorlar. Peki bu etki nerede başlar, nerede sınırlandırılmalı?
Tarih boyunca “siyasî eş” figürü üç ana rolde karşımıza çıktı. İlki, “vitrin ve temsil” rolü: Protokolde yer almak, toplumun farklı kesimleriyle temas kurmak, toplumsal değerleri taşımak. Bu rol, liderin imajına yumuşak güç katar; krizi yatıştırabilir, toplumsal temasın dilini zenginleştirir. İkincisi, “sivil toplum ve sosyal politika girişimcisi” rolü: Eğitim, sağlık, çevre, kadın-çocuk hakları gibi partiler üstü alanlarda kampanyalar yürütmek. Bu model, devlet imkânlarını değil, toplumsal enerjiyi harekete geçirdiğinde kalıcı değer üretir. Üçüncüsü ise “mutfak kabinesi” rolü: Liderin nabız tuttuğu, geri bildirim aldığı, “olur/olmaz” terazisini kurduğu gayri resmî danışmanlık. Tam da burada, koordinasyonun kontrole dönüşme riski başlar.
İşin fayda tarafını inkâr etmek zor. Eşler çoğu zaman “duygusal emek” ve “bağ kurma” becerisiyle siyasetçiyi toplumun farklı damarlarına bağlar. Bazı krizlerde tek bir ziyaret, tek bir cümle tansiyonu düşürür; bazı kampanyalarda kurulan güven köprüleri oy değil, toplumsal uyum kazandırır. Sivil alandaki projeler, kamu bürokrasisinin hantallığını aşarak sahaya hız kazandırabilir. Siyasetin sert diline karşı yumuşatıcı bir ton üretmek, toplumun demokrasi yorgunluğunu da azaltır.
Ancak madalyonun öte yüzü de var. Birincisi, kurumsal hiyerarşinin bypass edilmesi: Kararlar, protokollerin dışındaki kanallarda şekilleniyorsa, hesap verilebilirlik zayıflar. İkincisi, çıkar çatışması: Kamu kaynaklarıyla yürüyen projelerde eşlerin konumu belirsizse, liyakatten şüphe doğar. Üçüncüsü, mikro nepotizm: “Rica” kültürü kurumsal prosedürlerin önüne geçtiğinde, günün sonunda kamu güveni erir. Dördüncüsü, algı riski: “Kararı kim veriyor?” sorusu meşruiyeti gölgeler. Siyaset salt doğru kararı vermek değil, o kararın doğru yoldan verildiğini göstermek sanatıdır.
Çözüm siyasetçiyi aileden soyutlamak değil; rolleri kurala bağlamak. Üç ilke, üç araç önermek mümkün:
Üç ilke
- Şeffaflık: Eşlerin üstlendiği kamusal roller, temaslar ve bağış/kaynak akışları kayıt altına alınmalı, periyodik raporlanmalı.
- Sınırların tanımı: Temsil–destek–savunuculuk ayrımı net olmalı. İhale, atama, bütçe gibi alanlar resmî süreçlerin tekelindedir; gayri resmî temas rehberlik edebilir ama karar veremez.
- Eşit mesafe: Eş figürü, parti-içi rekabette koz, kamu gücünde baskı aracı olmamalı; “herkese açık, kimseye ayrıcalıklı değil” prensibi işletilmeli.
Üç araç
- Etik kod: Partiler ve kamu kurumları, “yakın akraba ilişkileri ve çıkar çatışması”na dair yazılı rehber yayımlamalı; hediye kabulü, kampanya ortaklıkları, etkinlik sponsorlukları gibi gri alanlar netleştirilmeli.
- Bağımsız denetim: Eşlerin inisiyatifleri (vakıf, kampanya, proje) için bağımsız denetim ve açık veri standardı getirilmeli; şeffaflık sayfaları, yıllık faaliyet ve finans raporları yayımlanmalı.
- Kurumsal kapı: Vatandaş taleplerinin “ricaya” değil, tek duraklı kurumsal süreçlere girdiği garanti edilmeli; böylece gölge hatlar yerine izlenebilir başvuru kanalları çalışır.
Buradan bir kültür meselesine de varıyoruz. Bizde “ayıp olur” anayasası güçlüdür; çoğu ilişkiyi yumuşatır ama kimi zaman hesap verilebilirliğin önüne set çeker. Siyasette ise geçerli olan, “ayıp olur” değil, hukuk ve etik olmalıdır. Eşlerin enerjisini, kapsayıcı dilini ve toplumsal bağ kurma hünerini kaybetmeden; bunu kuralla, şeffaflıkla ve denetimle uyumlulaştırmak zorundayız.
Son tahlilde, politikacıların eşleri ne kural dışı aktörler ne de yalnızca vitrin. Doğru tasarlanmış bir çerçevede, toplumsal yaraya pansuman olabilecek projelerin taşıyıcısı; yanlış kurguda ise kurumların kırılgan noktasına dönüşebiliyorlar. Siyasetin olgunlaşması, kişisel ilişkilerden korkmakla değil; onları kurumsal akla eklemlemekle mümkün. Bu nedenle asıl hedef, eşlerin etkisini yok etmek değil; etkiyi meşru, ölçülebilir ve hesap verebilir hale getirmek olmalı. Çünkü demokrasi, yalnızca sandıkta değil, evin mutfağından devletin mutfağına uzanan görünmez hatlarda da güçlenir ya da zayıflar.