Türkiye’nin siyasal ve toplumsal düzeni, kuruluşundan bu yana sürekli yeniden inşa edilen, katmanlı bir yapıyı temsil eder. Cumhuriyet’in ilk çeyrek yüzyılında kurucu kadrolar; laikleşme, dil devrimi ve hukuk reformlarıyla modern ulus-devleti inşa ederken siyasal rekabete kapalı, merkezî bir model benimsedi. Bu model, ulusu ortak bir kimlik etrafında kaynaştırmaya çalıştıysa da muhalif sesleri ve yerel özerklik taleplerini uzun süre bastırdı. Çok partili hayata 1946’da açılan kapı, Türkiye’yi sandık rekabetiyle tanıştırdı ama kurumlaşmamış iktidar değişimleri, 1960, 1971 ve 1980’deki askerî müdahaleleri tetikledi. Böylece “devlet aklı” ile “seçmen iradesi” arasındaki gerilim, ülkenin kronik kırılganlığının temel kaynağına dönüştü.
1980 sonrasının neoliberal yönelimi, ihracata dayalı büyümeyi teşvik ederek Türkiye’yi küresel ekonomiye hızla entegre etti. İthal ikameci sanayiden vazgeçilirken finansal serbestleşme, reel sektörü kredi genişlemesine alıştırdı; fakat beraberinde gelir eşitsizliklerini genişletti. 1990’lar koalisyonları ve ardı ardına patlayan ekonomik krizler, siyasal merkez için yıpratıcı yıllardı. Bu dönemde Kürt meselesi çatışmalı evreye taşındı, Avrupa Birliği tam üyelik hedefi ise demokratik açılımların zaman çizelgesini belirleyen bir çıpa işlevi gördü.
2002’den itibaren uzun soluklu tek parti iktidarı, makro-istikrarı sağlayıp altyapı yatırımlarını genişleterek “kontrollü büyüme” dönemini başlattı. Yine de 2007’deki cumhurbaşkanlığı krizi, yargı-meclis ekseninde ortaya çıkan meşruiyet tartışmalarının ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Bu kırılganlık 2017 referandumuyla yürütme erkinin cumhurbaşkanında toplandığı yeni başkanlık modeline evrildi. Başbakanlığın kaldırılması ve kararnameli yönetim, karar alma hızını artırdı; ancak denge-denetim mekanizmalarının zayıflaması yasama ve yargının etkinliğini tartışmaya açtı.
Bugün Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon, kur şokları ve küresel resesyon kaygısının gölgesinde “yeni büyüme hikâyesi” arıyor. Yeşil dönüşüm yatırımları, dijital girişimcilik ve yenilenebilir enerji kapasitesindeki artış gelecek vaat etse bile, genç işsizliğin çift haneli rakamlarda kalması beyin göçü baskısını tırmandırıyor. Toplumsal düzeyde ise Kürt meselesi, Alevi yurttaşların statü talepleri, sığınmacı uyumu ve kadın-LGBTI+ hakları, siyasal kimliği tekçi çerçevenin dışına taşıyan dinamikleri güçlendiriyor. Dijital platformlar, genç kuşağın siyasal katılımını konu-odaklı ağlarda örgütleyerek geleneksel parti aidiyetlerini zayıflatıyor; sosyal medyadaki eylem odaklı mobilizasyon, siyasetin gündemini hızla belirleyebiliyor.
Dış politikada “stratejik özerklik” doktrini, Türkiye’yi NATO, AB ve Rusya arasında denge siyaseti yürüten bir aktöre dönüştürdü. AB ile güncellenmesi beklenen Gümrük Birliği, ihracatın ana omurgası olmaya devam ederken; Karadeniz enerji koridoru, Orta Doğu normalleşmesi ve Ukrayna-Rusya savaşı sonrasında değişen güvenlik mimarisi, Ankara’nın manevra alanını genişletiyor. Buna karşın ekonomik kırılganlık, diplomatik hamlelerin sürdürülebilirliğini sınırlayan önemli bir faktör olarak öne çıkıyor.
Yarına dair projeksiyonlar üç eşik etrafında şekilleniyor. İlki, kurumsal yeniden dengeleme ihtiyacı: parlamenter modele dönüş ya da başkanlık sistemini rasyonelleştirecek reformlar, kuvvetler ayrılığına dayalı bir denge-denetim yapısı kurabilirse siyasal gerilimi yumuşatabilir. İkincisi, yeşil-dijital dönüşüm: Avrupa Yeşil Mutabakatına tam uyum, yenilenebilir enerji yatırımları ve yapay zekâ ekosistemine dayalı inovasyon, orta gelir tuzağından çıkış için yeni bir büyüme kaldıraçları sunuyor. Üçüncüsü ise toplumsal kapsayıcılık: anayasal vatandaşlık çerçevesinde kimlik eşitliğini, yerel katılımcı demokrasi araçlarını ve gençlerin karar alma süreçlerine etkin katılımını güçlendirmek, güven krizini onarmanın asli yolu olarak görülüyor.
Kısacası Türkiye’nin düzeni, tek bir “çözüm paketi”yle istikrara kavuşacak statik bir yapı değil; farklı tarihsel katmanların iç içe geçtiği, sürekli müzakere edilen dinamik bir ekosistem. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı; kurumsal denge-denetim reformları, yeşil-dijital ekonomi stratejileri ve çoğulcu toplumsal sözleşmenin bileşke hâlinde inşa edilip edilemeyeceğine göre şekillenecek. Başarı, bu üç boyutu aynı anda ilerletebilecek geniş tabanlı uzlaşıya ve güven inşa edici şeffaf bir yönetime bağlı. Aksi takdirde, geçmişteki kriz döngülerinin yeni varyantlarıyla yüzleşmek kaçınılmaz görünüyor.