Özet: Türkiye’nin demokratik standartlarını yükseltmek istiyorsak, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nu (SPK) bütünüyle yürürlükten kaldırıp, gerekli asgari kuralları Dernekler Hukuku, Seçim Hukuku ve şeffaf finansman düzenlemeleri içine dağıtmalıyız. Demokratik dünya yalnızca “ayrıntılı parti yasaları” ile işlemiyor; tersine, birçok ülkede partiler genel dernek hukuku ve seçim mevzuatı ile makul biçimde düzenleniyor.
Türkiye’de SPK, partilerin kuruluşundan iç işleyişine, üye yapılarına ve disiplinine kadar neredeyse mikro düzeyde müdahale ediyor. Bu model, çoğulculuğu ve iç demokrasi denemelerini boğuyor; parti içi yenilenmeyi, yerel/tematik hareketlerin siyasete girişini zorlaştırıyor. Üstelik ağır prosedürler, yüksek kapatma ve yaptırım riskleri, siyaset alanını “güvenlikçi” bir mantığa mahkûm ediyor.
Peki başka nasıl olur?
- ABD’de siyasi partiler esasen özel hukuk tüzel kişileri olarak işler; partilerin iç örgütlenmesine yönelik yekpare bir “siyasi partiler kanunu” yoktur. Temel çerçeveyi seçim hukuku ve kampanya finansmanı mevzuatı (ör. bağış limitleri, raporlama) belirler.
- Fransa’da partiler büyük ölçüde Dernekler Hukuku (1901 Yasası) zemininde örgütlenir; finansman ve raporlama için ayrı şeffaflık kuralları bulunur.
- İtalya’da Anayasa’nın 49. maddesi partileri yurttaşların siyasal yaşama katılım aracı sayar; partiler uzun yıllar özel bir “parti yasası” olmadan dernek mantığıyla işledi; son dönemde finansman şeffaflığı güçlendirildi.
- Hollanda’da da ana çerçeve dernek hukuku ve siyasi finansman kurallarıdır; parti içi demokrasi ve aday belirleme süreçleri büyük ölçüde tüzüklere bırakılır.
- Elbette Almanya gibi ayrıntılı bir Parteiengesetz’i bulunan ülkeler de var; fakat bu, demokrasinin tek yolu değil. Çeşitli modeller aynı hedefe gidebiliyor: temsil, hesap verebilirlik ve adil rekabet.
Türkiye için daha iyi seçenek, ayrıntılı bir parti kanunu yerine asgari, net ve özgürlükçü bir çerçeve:
Kuruluş/işleyiş:
Partiler, genel dernek hükümlerine tabi olsun. İç demokrasi, aday belirleme ve üyelik koşulları tüzüğe bırakılsın; devlet yalnızca asgari hak güvenceleri (eşitlik, ayrımcılık yasağı, şiddetle bağın yasaklanması) ile sınır çizsin.
2) Finansman ve şeffaflık:
Bağış üst sınırları, kamu yardımı kriterleri, yıllık bağımsız denetim ve anlık bağış/harcama raporlaması seçim mevzuatında düzenlensin. Harcamalar açık veri formatında yayımlansın.
3) Yaptırımların daraltılması:
Toplu kapatma gibi kolektif cezalar yerine, bireysel sorumluluk ve hedefe yönelik yaptırım (ör. belirli harcama kalemine kısıt, hazine yardımı kesintisi) esas alınsın. Parti kapatma, yalnızca şiddeti meşrulaştırma/finanse etme gibi en dar ve ispatlı alanlarda, yargısal güvencelerle mümkün olsun.
4) Seçim rekabeti ve eşitlik:
Medya erişimi, propaganda alanları, sandık güvenliği, dijital reklam şeffaflığı gibi başlıklar Yüksek Seçim Kurulu ve bağımsız denetim kurumlarının net kurallarıyla güvence altına alınsın.
5) Üyeye ve seçmene güç:
Önseçim, e-üyelik, e-oylama, kota ve feragat edilemeyen asgari haklar (itiraz hakkı, bilgiye erişim) teşvik edilsin; fakat şekli “tek tip” dayatılmasın.
Sonuç net: SPK’nın ayrıntıcı ve vesayetçi mimarisi siyaseti kısırlaştırıyor. Kanunu tamamen kaldırıp, dernek hukuku + seçim hukuku + finansman şeffaflığı üçlüsüne dayanan yalın bir sisteme geçmek hem parti içi yenilenmeyi hem de yeni siyasal girişimleri hızlandırır. Demokrasinin düşmanı çeşitlilik değil; onu tek modele zorlayan mevzuattır. Türkiye’nin artık ayrıntıdan değil, özgürlükten ve şeffaflıktan medet uman bir siyasal çerçeveye ihtiyacı var.



