Bazen bir ayna tutmak gerekir geçmişe, sadece yüzümüzü değil, karakterimizi, yönümüzü, hedeflerimizi görmek için. İşte biz de tam olarak böyle bir eşikteyiz. Dünya yepyeni bir dönüşüm içinde: küresel ısınma, dijital devrim, jeopolitik kaymalar, post-truth çağının yükselişi ve belirsizliklerle örülü bir gelecek… Bu karmaşanın ortasında Türkiye’nin yönünü yeniden düşünmek, Atatürk’ün bize emanet ettiği ideallere yeniden bakmak zorundayız.
Cumhuriyet’in temelleri, yalnızca bir rejim değişikliği değil; bir zihniyet devrimidir. Atatürk, bu topraklarda çağdaşlaşmayı sadece bir siyasi hedef değil, bir toplumsal varoluş biçimi olarak tanımladı. “Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” ifadesi bir hamaset cümlesi değil; bir stratejiydi. O stratejinin dayanakları; akılcılık, bilimsellik, laiklik, kadın-erkek eşitliği, yurttaşlık bilinci ve üretim toplumuydu.
Bugüne dönelim
Türkiye, son yıllarda küresel ölçekte yaşanan belirsizliklerin kıyısında kendi yolunu arıyor. Ancak bu yol arayışı çoğu zaman tarihsel misyonunu, toplumsal hafızasını, hatta vizyoner ideallerini unutarak yapılıyor. Oysa bir ülke, rotasını kaybettiğinde pusulası geçmişidir. Ve bizim pusulamız Atatürk’tür.
Bugün ekranlara bakıyoruz: Kutuplaşma, hızla artan eşitsizlik, gençlerin umutsuzluğu, eğitimin nitelik sorunu, liyakatten uzaklaşma, bilime karşı inançsızlık… Oysa Atatürk’ün Türkiye’sinde bilim insanı alkışlanırdı, öğretmenler baş tacıydı, kadınlar Cumhuriyet’in öncüleri olarak görünürdü. Bugünün Türkiye’sinde bunlar gölgede kalmaya başlarsa, modern Türkiye’nin temelleri sarsılır.
Ama hâlâ umut var
Çünkü bu ülkenin dört bir yanında, hâlâ sabahın köründe uykusunu gözünden silerek okula giden çocuklar var. Hâlâ “Ben bu memlekete bir faydam dokunsun” diyen gençler, tarımıyla uğraşan köylüler, sağlık hizmeti için kırsala giden doktorlar var. Ve hâlâ “Ben fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştireceğim” diyen öğretmenlerimiz var.
Gelin itiraf edelim: Atatürk’ün vizyonu bugünün dünyasında hâlâ geçerliliğini koruyor. Çünkü o vizyon, insan merkezlidir. Eğitimle, sanatla, bilimle ve üretimle bireyin gücünü artırır. Sadece kendi kaderine değil, topluma da yön verebilen yurttaşlar yetiştirir. Bugün en çok ihtiyacımız olan şey işte bu: Yurttaşlık bilinci.
Bu çağda artık sıradan bir ülke olarak kalamayız. Türkiye ya küresel rekabetin pasif izleyicisi olacak ya da bu yarışta kendi gücünü hatırlayıp, bilimi ve aklı pusula yaparak öncü konumuna geri dönecek. Çünkü bu topraklar; matematikçi Cahit Arf’ı, Halide Edip’i, Afet İnan’ı, Sabiha Gökçen’i, Aşık Veysel’i, Aziz Sancar’ı yetiştirmiştir.
Türkiye’nin geleceği, tıpkı geçmişte olduğu gibi, halkının yeteneklerine, gençliğine ve eğitimine bağlıdır. Atatürk’ün "Bütün ümidim gençliktedir" sözü, romantik bir temenni değil; tarihsel bir öngörüdür. Bugün bilimden kopan, sanatı küçümseyen, eğitimi zayıflatan her adım; Türkiye’yi sadece gelişmekten değil, bağımsız olmaktan da uzaklaştırır.
Son söz şu olabilir:
Cumhuriyet, sadece bir anıt değildir, yaşatılması gereken bir idealdir. Modern Türkiye, sadece geçmişte kurulmuş bir rejim değil; her gün yeniden inşa edilmesi gereken bir vizyondur. Atatürk’ün aynasında baktığımızda ne olacağımız değil ne olmamamız gerektiği de çok net görünür.
Ve eğer biz bu ülkeyi bir kez daha ayağa kaldıracaksak, bu ancak o aynaya bakarak mümkün olacak.