Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
Mustafa Savaş
Rıdvan Eşin
Yaşar Çelebi
Köşe Yazarı
Yaşar Çelebi
 

Sırça Köşk...

(Bahriye Üçok, Uğur Mumcu anısına...) Türk insanının ‘Zavallığını’ fakat aynı zamanda ‘Gücünü’ masal ve destan tarzı yazıları ile anlatan gazeteci, şair, yazar Sebahattin Ali, bal arılarını beslemiş, yaban arılarının kovanlarına çomak sokmuş, vızıltılarını dinlemekten de zevk almış bir yazarımız. 1907 yılı Gümülcine doğumlu olan yazar değişik okullarda öğretmenlik yapmış. Hep tayin edilmiş (asıl deyimiyle 'Sürgün' edilmiş). 1928 de Milli Eğitim Bakanlığı(MEB) tarafından, Almanca öğrensin (gidişi olsun dönüşü olmasın) diye Almanya’ya gönderilmiş. İki yıl sonra yurduna geri dönmüş ve Almanca öğretmenliğine devam etmiş. Ali, yazılarını 'ısmarlama' değil de, düşündüğü gibi kaleme alan korkusuz bir yazarımızdı. Sebahattin Ali, 1945'ler de yazdığı yazılarla çomak soktuğu kovanların sayısını artırınca, arıların hücumuna uğramış ve 1948 yılında kaleme aldığı 'eleştirel' bir yazısından dolayı da üç ay ceza evinde yatmıştır. Hapiste de hala akıllanmayan Ali, aldığı tüm uyarı ve tehditlere aldırış etmemiş (Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi) ve aynı yıl (1948) Kırklareli’nde öldür(t)ülmüştür. Sebahattin Ali, “Köpek gibi yaşamaktansa Aslan gibi ölmek daha yeğdir” diye düşünen vatansever bir yazarımızdır. Sırça Köşk. Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç tembel arkadaş varmış. Gittikleri yerlerin; birinde yüz bulsalar, beşinden kovulmuşlar. Bir gün yüksekçe bir tepede oturmuş ovada ki şehirde nasıl karın doyuracaklarını düşünürlerken içlerinden biri; “Gelin bu şehirde sırça köşk yapalım, ömrümüzün sonuna kadar bolluk içerisinde yaşarız... planımı yolda anlatırım” demiş. Elebaşı yolda arkadaşlarına nasıl hareket edeceklerini anlatmış. Şehir halkı son derece çalışkanmış. Tarlada, dükkânda arı gibi çalışırlar, ihtiyacı olanın yardımına koşarlarmış. Herkes mutlu, huzurlu kavga nedir bilmezlermiş. Üç kafadar planladıkları gibi halkın dikkatini çekmişler sonunda; “Sizin de diğer şehirler gibi bir sırça köşk'e ihtiyacınız var” diyerek onları köşkü yapmaya ikna etmişler. Üç ahbap önderliğinde köşk inşa edilmiş. Halk bizim de artık bir sırça köşkümüz var diye oldukça mutlu olmuş. Ancak mutluluk uzun sürmemiş. Üç kafadar; “burası yetersiz bir kat daha çıkmamız gerek” diye ikinci katıda çıkmışlar. Arkadan bir kat daha... Bütün tanıdık, dost kendilerine yakın hissettiklerini sırça köşke yerleştirmişler. Şehir halkı nasıl olsa köşkün tüm ihtiyaçlarını karşılıyor ya... Bunlar ekmek elden, su gölden yan gelip yatmaya başlamışlar. Gel zaman, git zaman halk homurdanmaya, sırça köşkte çalışmadan, yan gelip yatan yüzlerce kişiden şikâyet etmeye başlamış. Halkın onları beslemek için verecek koyunu, öğütecek buğdayı kalmamış. Şikâyet etmeye başlamışlar. Bu duruma kızan üç kafadar şikâyet edenleri bodruma hapsetmişler. Sırça köşkün adamları gezdikleri yerde halka; Çok kuvvetli olduklarını, hiç bir kuvvetin kendilerini yıkamayacağını inandırmaya başlamışlar. İnanmayanları bin bir zulüm ve hileyle susturmuş, zindana atmışlar. Halkı yıldırmışlar, ancak. Verecek bir şeyleri de kalmamış. Üç kafadar ve yandaşları bakmışlar iş kötüye gidiyor biraz yumuşamaya mecbur kalmışlar: ''Ey millet, birçok şeyler verdiniz, büyük sıkıntılara katlandınız, fakat bir sırça köşk sahibi oldunuz. Onun azameti yanında üç-beş çuval ekin, dört-beş davar nedir ki? Biz sizin şanınız, şerefiniz için çalışıyoruz, sizin iyiliğinizden başka bir şey düşünmüyoruz. Bakın, bugün getirdiğiniz koyunların hepsini yemedik, boğazımızdan kestik, bir kısmını size geri veriyoruz.'' Hizmetkârlar, biraz önce köşke canlı olarak giren, şimdi kesilip, yüzülüp kebap edilmeye hazır koyunların kafalarını halka dağıtmışlar. Kelleleri alanlar dağılırken içlerinden biri bağırmış; “Bu başın beynini almışlar!” Elebaşı cevap vermiş; “Siz beyin pişirmesini bilmez, ziyan edersiniz” demiş. Halktan bir diğeri; “Bu başın dili de yok!” Elebaşı; “Canım, dil size lüzumsuz, yemesini beceremezsiniz...” Bir diğeri de arkadan bağırmış; “Bu başın gözü de yok!” itirazlara sinirlenen elebaşı; “Siz o gözün nasıl kullanılacağını bilemezsiniz, ondan da vazgeçin.” Bu sözler üzerine canından bezmiş biri de; “Böyle başın da bana lüzumu yok!” diyerek kelleyi boynuzundan tuttuğu gibi fırlatmış. Hızla fırlatılan kelle sırça köşke çarpmış ve “şangır!” diye kocaman bir gedik açılmış. Hiçbir zaman kırılmaz, yıkılmaz bildikleri o koskoca sırça köşkün bu kadar çürük olduğunu gören halk, ellerinde ki kelleleri birbiri arkasına köşke fırlatmışlar. Ve o koskoca sırça köşk göz açıp kapayana kadar yerle bir olmuş. Köşktekilerin çoğu cam kırıklarının altında ezilmiş, kapıya yakın olan beş-on kişi zor kurtulmuş. Halk, sırça köşksüz yaşamaya devam etmişler... ve o şehrin yaşlıları şehiri ziyaret eden herkese şu nasihati verirlermiş: ''Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız. Ama günün birinde (her) nasılsa böyle bir köşk kurulursa onun yıkılmaz, devrilmez olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç-beş kelle fırlatmak yeter'' (Sebahattin Ali, Sırça Köşk, Yıl 1945, sayfa 123.) “Haksızlık önünde eğilme, yoksa yalnız hakkını değil, şerefini de kaybedersin” (Atasözü) Saygılarımla…
Ekleme Tarihi: 08 Ekim 2019 - Salı

Sırça Köşk...

(Bahriye Üçok, Uğur Mumcu anısına...)

Türk insanının ‘Zavallığını’ fakat aynı zamanda ‘Gücünü’ masal ve destan tarzı yazıları ile anlatan gazeteci, şair, yazar Sebahattin Ali, bal arılarını beslemiş, yaban arılarının kovanlarına çomak sokmuş, vızıltılarını dinlemekten de zevk almış bir yazarımız.

1907 yılı Gümülcine doğumlu olan yazar değişik okullarda öğretmenlik yapmış. Hep tayin edilmiş (asıl deyimiyle 'Sürgün' edilmiş).

1928 de Milli Eğitim Bakanlığı(MEB) tarafından, Almanca öğrensin (gidişi olsun dönüşü olmasın) diye Almanya’ya gönderilmiş. İki yıl sonra yurduna geri dönmüş ve Almanca öğretmenliğine devam etmiş.

Ali, yazılarını 'ısmarlama' değil de, düşündüğü gibi kaleme alan korkusuz bir yazarımızdı.

Sebahattin Ali, 1945'ler de yazdığı yazılarla çomak soktuğu kovanların sayısını artırınca, arıların hücumuna uğramış ve 1948 yılında kaleme aldığı 'eleştirel' bir yazısından dolayı da üç ay ceza evinde yatmıştır.

Hapiste de hala akıllanmayan Ali, aldığı tüm uyarı ve tehditlere aldırış etmemiş (Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi) ve aynı yıl (1948) Kırklareli’nde öldür(t)ülmüştür.

Sebahattin Ali, “Köpek gibi yaşamaktansa Aslan gibi ölmek daha yeğdir” diye düşünen vatansever bir yazarımızdır.

Sırça Köşk.

Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç tembel arkadaş varmış. Gittikleri yerlerin; birinde yüz bulsalar, beşinden kovulmuşlar. Bir gün yüksekçe bir tepede oturmuş ovada ki şehirde nasıl karın doyuracaklarını düşünürlerken içlerinden biri; “Gelin bu şehirde sırça köşk yapalım, ömrümüzün sonuna kadar bolluk içerisinde yaşarız... planımı yolda anlatırım” demiş.

Elebaşı yolda arkadaşlarına nasıl hareket edeceklerini anlatmış.

Şehir halkı son derece çalışkanmış. Tarlada, dükkânda arı gibi çalışırlar, ihtiyacı olanın yardımına koşarlarmış. Herkes mutlu, huzurlu kavga nedir bilmezlermiş.

Üç kafadar planladıkları gibi halkın dikkatini çekmişler sonunda; “Sizin de diğer şehirler gibi bir sırça köşk'e ihtiyacınız var” diyerek onları köşkü yapmaya ikna etmişler. Üç ahbap önderliğinde köşk inşa edilmiş. Halk bizim de artık bir sırça köşkümüz var diye oldukça mutlu olmuş. Ancak mutluluk uzun sürmemiş. Üç kafadar; “burası yetersiz bir kat daha çıkmamız gerek” diye ikinci katıda çıkmışlar. Arkadan bir kat daha... Bütün tanıdık, dost kendilerine yakın hissettiklerini sırça köşke yerleştirmişler.

Şehir halkı nasıl olsa köşkün tüm ihtiyaçlarını karşılıyor ya... Bunlar ekmek elden, su gölden yan gelip yatmaya başlamışlar.

Gel zaman, git zaman halk homurdanmaya, sırça köşkte çalışmadan, yan gelip yatan yüzlerce kişiden şikâyet etmeye başlamış. Halkın onları beslemek için verecek koyunu, öğütecek buğdayı kalmamış. Şikâyet etmeye başlamışlar.

Bu duruma kızan üç kafadar şikâyet edenleri bodruma hapsetmişler.

Sırça köşkün adamları gezdikleri yerde halka; Çok kuvvetli olduklarını, hiç bir kuvvetin kendilerini yıkamayacağını inandırmaya başlamışlar. İnanmayanları bin bir zulüm ve hileyle susturmuş, zindana atmışlar.

Halkı yıldırmışlar, ancak. Verecek bir şeyleri de kalmamış. Üç kafadar ve yandaşları bakmışlar iş kötüye gidiyor biraz yumuşamaya mecbur kalmışlar: ''Ey millet, birçok şeyler verdiniz, büyük sıkıntılara katlandınız, fakat bir sırça köşk sahibi oldunuz. Onun azameti yanında üç-beş çuval ekin, dört-beş davar nedir ki? Biz sizin şanınız, şerefiniz için çalışıyoruz, sizin iyiliğinizden başka bir şey düşünmüyoruz. Bakın, bugün getirdiğiniz koyunların hepsini yemedik, boğazımızdan kestik, bir kısmını size geri veriyoruz.''

Hizmetkârlar, biraz önce köşke canlı olarak giren, şimdi kesilip, yüzülüp kebap edilmeye hazır koyunların kafalarını halka dağıtmışlar. Kelleleri alanlar dağılırken içlerinden biri bağırmış;

“Bu başın beynini almışlar!” Elebaşı cevap vermiş; “Siz beyin pişirmesini bilmez, ziyan edersiniz” demiş. Halktan bir diğeri;

“Bu başın dili de yok!” Elebaşı; “Canım, dil size lüzumsuz, yemesini beceremezsiniz...” Bir diğeri de arkadan bağırmış;

“Bu başın gözü de yok!” itirazlara sinirlenen elebaşı; “Siz o gözün nasıl kullanılacağını bilemezsiniz, ondan da vazgeçin.”

Bu sözler üzerine canından bezmiş biri de; “Böyle başın da bana lüzumu yok!” diyerek kelleyi boynuzundan tuttuğu gibi fırlatmış.

Hızla fırlatılan kelle sırça köşke çarpmış ve “şangır!” diye kocaman bir gedik açılmış. Hiçbir zaman kırılmaz, yıkılmaz bildikleri o koskoca sırça köşkün bu kadar çürük olduğunu gören halk, ellerinde ki kelleleri birbiri arkasına köşke fırlatmışlar.

Ve o koskoca sırça köşk göz açıp kapayana kadar yerle bir olmuş.

Köşktekilerin çoğu cam kırıklarının altında ezilmiş, kapıya yakın olan beş-on kişi zor kurtulmuş.

Halk, sırça köşksüz yaşamaya devam etmişler... ve o şehrin yaşlıları şehiri ziyaret eden herkese şu nasihati verirlermiş:

''Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız. Ama günün birinde (her) nasılsa böyle bir köşk kurulursa onun yıkılmaz, devrilmez olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç-beş kelle fırlatmak yeter''

(Sebahattin Ali, Sırça Köşk, Yıl 1945, sayfa 123.)

“Haksızlık önünde eğilme, yoksa yalnız hakkını değil, şerefini de kaybedersin” (Atasözü)

Saygılarımla…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.