Son zamanlarda çok sık sorar oldum kendime;
Arsız, hırsızların itibar gördüğü, iş-güç sahibi olduğu bir dönemi mi yaşıyoruz acaba?
Mahkeme koridorları, gözaltı hücreleri azılı suç makinaları (katil, hırsız, yalancı şahitler) yanında oturmak mecburiyetinde kalan masumlarla dolu.
Benim tanıdığım kadarı ile yazılarını şerefi, onuru ile yazan gerçek ‚ Gazeteci sıfatına layık bir insandı Rahmetli ERMAN ÇETİN…
Genç yaşında bu dünyaya veda etti.
Sanki: ‚ “Alın bu iki yüzlü, gözleri Doların mavisi, Euronun yeşilinden başka bir renk tanımayan, yalan-dolan, entrikaların gırla yaşandığı… “Hak-Hukuk-Adalet’ diye bağıran insanların her geçen gün daha da arttığı…
Masum yaşlılar, hamile kadınların, yerden pirinç tanesi toplayan, çöp tenekelerinden kuru ekmek ararken bombalarla öldürülen çocuklarla dolu bu dünyayı Sizlere bırakıyorum…’’ der gibi…
Allah rahmet etsin, sevenlerine sabır versin.
KENAR MAHALLE…
‘Kenar Mahalle’ dediğimizde benim aklıma ilk; Yoksul yaşamların sürdüğü, kıt kanaat karnını doyurmaya çalışan, çöpte bulduğu çürümeye yüz tutmuş yarım kalan muzu kendisi yiyemeyen, evde bıraktığı 3 yaşında ki çocuğuna götüren yoksullar gelir.
Ve kime ait olduğunu bilmediğim, ilkokul sıralarında ezberlediğim bir şiir gelir aklıma:
'İkimiz de aynı günde doğmuşuz,
Sen sıcak villanda kuş tüyü mindere
Ben dağda kar üstüne düşmüşüm.
İkimiz de doğarken ağlamışız
Sen sevinçten, ben kederimden
İkimiz de bir gün öleceğiz
Senin mermerden bir mezarın
Ardında ağlayanların olacak
Benim ise yattığım yer bile meçhul kalacak.'
2013 yılı idi galiba, bir gün Sevgili Erman’ı ziyarete gitmiştim. Köşe yazısı hazırlıyordu.
Bıraktı yazısını. Saygı ve hürmetle ellerime sarıldı. Ve;
Beraberce içtiğimiz bir bardak çay boyunca kısaca anlatmıştı:
’’...Yaşar amca, dinle tam sana göre bir 'gerçek' yaşantı.
Arzu 10 yaşına daha yeni basmış. 4. Sınıfa gidiyormuş.
Babası bu sene mide kanserinden ölmüş. Annesi iş buldukça ev temizliğine gidiyormuş.
Yedi ve üç yaşlarında İki kardeşi daha varmış.
Başka bakacak kimseleri de yokmuş.
Arzu, 7 yaşındaki kardeşi Umut ile birlikte okul çıkışı plastik artıkları topluyorlarmış okul masrafları için.
Annesi çocuklarını göndermek istemiyormuş… hatta bazen gönderirken ağlıyormuş kadıncağız.
Bu işi ilk zamanlar, yeni başladıklarında yaparken, çöp kutularını karıştırırken utanıyorlarmış… fakat ne yapsınlar, çaresizlik işte…’’
Erman bu yaşantıyı bana, benim çocuk derneği (Didim Çocuklar Ağlamasın Derneği) başkanı olduğumu bildiği için anlatmıştı. Kalbi de yüzü gibi güzel insan...
Çocuk sevgisinden…
İçi insan sevgisi ile doluydu rahmetlinin...
Ve ciğeri yanan bir babanın, Sadettin Çetin kardeşimin köşe yazısından birkaç cümleyi satırlarıma ilave etmek istiyorum;
’’…Sevgili dostlar…
Kendim ölümle mücadele ederken… yıllarca hastane odalarında can çekişirken yetiştirdiğim… çınar gibi hayatının en verimli çağında… 42 yaşında gibi bir evladı… kara toprağa teslim etmek acıların en büyüğü olduğunu tattım…
Allah böyle acıları hiç kimseye tattırmasın…’’
Huzur içerisinde uyu sevgili Erman…
Saygılarımla…