Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
Aydem
Rıdvan Eşin
Yaşar Çelebi
Köşe Yazarı
Yaşar Çelebi
 

Dürüst Yankesiciler…

‘Birinci’ denildiği zaman 1960'lı yılların İstanbul vapurları gelir aklıma... birde yankesicileri. Ben ve benim gibi züğürtler ikinci sınıf kanepelerde otururduk. Arkadaşlarla beraber ’’kaçak’’ bindiğimizde otururduk ancak, ‚Birinci’ sınıf deri koltuklarda, (20 dakikalık yolculuk için iki misli ücret... zaten paramız da yoktu ya.) Birde ’’Lüks Sınıf’’ vardı... tek kişilik... poposu pamuk gibi ’yumuşak’lığa alışmış olanlar için, hakiki deri koltuklar... Toplu taşımada, bile ’Sınıf’ farkı(!?) Biz bilet almaz hep kaçak binerdik vapura. O zamanlar vapura binerken bilet kontrolü falan yapılmazdı. Çıkarken toplanırdı biletler ve biz tüm yolcuların inmesini, yeni yolcuların binmesini beklerdik.   Yalnız olduğumda da, biner-binmez vapurun kalkmasını beklemeden kendimi arka tarafta ki tuvalete kilitlerdim. Vapur iskeleye yanaşana, yeni yolcuların gelmesine kadar da pencereden iskeleyi gözetler, dışarıyı seyrederdim camı açık pencereden (cam kokuyu hissetmemek için hep açık olurdu). Zaten kış aylarında 2. sınıf kompartımanlarda ki çorap kokusu, tuvalet kokusundan pek de farklı değildi. Hele-hele akşam saatleri... İş dönüşlerinde vapurlarda kokunun çeşitlerini koklardınız. O zamanlar asansörle değil, sırtta taşınırdı çimento torbaları inşaatın 5. katına. Gün boyu lastik ayakkabılarda ki ayaklar, kayış gibi olmuş çoraplar... Garibim... bütün günün yorgunluğunu 20 dakikada çıkartmak isterdi sanki. Daha poposunu kanepeye koyar-koymaz ayakkabısını zor çıkartır, dalardı uykuya… Tüm günün yorgunluğu horlamasından anlaşılırdı. Ve bu manzara hiç değişmezdi... kış-yaz hep aynı idi. Gemi ilk seferde yanaşamaz… önce halat atması için sertçe vurur iskeleye. Bu vuruş uyarıdır. Sarsıntı geçiren amele vatandaş, bu çarpmayla gözlerini açar, ayakkabısını giyerdi. Bu çarpma da bir şeyler daha olurdu çıkış koridorunda... Vapurun çarpmasını bekleyen birileri de vardır; Yankesiciler. Hani bu çarpmayla ister-istemez yanınızdakine çarparsınız ya, işte tam bu sırada işini yapardı yankesici... önceden gözüne kestirdiği kişinin yanındadır zaten. O üç-beş saniyede bitirir işini. Hızlı çalışmak zorundadır parmakları. Yoksa mesleğinin(!) erbabı olamaz... Hatta mesleğine ihanet etmiş sayılır. Her şeye rağmen vapurun en dürüst(!) yolcularıdır da yankesiciler... ve seyyar satıcılar. Neden mi? Biletlidirler onlar. Çünkü vapurdan hiç inmezler, gün boyu bir tek biletle gider, gelirler. Hep merak etmişimdir: Ülkemizde ‚Şeriat Kanunu’ olsa, kaç kişi “İKİ ELLİ, ON PARMAKLI” kalırdı acaba? Namus ve Şeref kavramlarını yitirmeden kazananlara, Saygılarımla
Ekleme Tarihi: 22 Ocak 2023 - Pazar

Dürüst Yankesiciler…

‘Birinci’ denildiği zaman 1960'lı yılların İstanbul vapurları gelir aklıma... birde yankesicileri.

Ben ve benim gibi züğürtler ikinci sınıf kanepelerde otururduk.

Arkadaşlarla beraber ’’kaçak’’ bindiğimizde otururduk ancak, ‚Birinci’ sınıf deri koltuklarda,

(20 dakikalık yolculuk için iki misli ücret... zaten paramız da yoktu ya.)

Birde ’’Lüks Sınıf’’ vardı... tek kişilik... poposu pamuk gibi ’yumuşak’lığa alışmış olanlar için, hakiki deri koltuklar...

Toplu taşımada, bile ’Sınıf’ farkı(!?)

Biz bilet almaz hep kaçak binerdik vapura.

O zamanlar vapura binerken bilet kontrolü falan yapılmazdı.

Çıkarken toplanırdı biletler ve biz tüm yolcuların inmesini, yeni yolcuların binmesini beklerdik.  

Yalnız olduğumda da, biner-binmez vapurun kalkmasını beklemeden kendimi arka tarafta ki tuvalete kilitlerdim.

Vapur iskeleye yanaşana, yeni yolcuların gelmesine kadar da pencereden iskeleyi gözetler, dışarıyı seyrederdim camı açık pencereden (cam kokuyu hissetmemek için hep açık olurdu).

Zaten kış aylarında 2. sınıf kompartımanlarda ki çorap kokusu, tuvalet kokusundan pek de farklı değildi. Hele-hele akşam saatleri...

İş dönüşlerinde vapurlarda kokunun çeşitlerini koklardınız.

O zamanlar asansörle değil, sırtta taşınırdı çimento torbaları inşaatın 5. katına.

Gün boyu lastik ayakkabılarda ki ayaklar, kayış gibi olmuş çoraplar...

Garibim... bütün günün yorgunluğunu 20 dakikada çıkartmak isterdi sanki.

Daha poposunu kanepeye koyar-koymaz ayakkabısını zor çıkartır, dalardı uykuya…

Tüm günün yorgunluğu horlamasından anlaşılırdı.

Ve bu manzara hiç değişmezdi... kış-yaz hep aynı idi.

Gemi ilk seferde yanaşamaz… önce halat atması için sertçe vurur iskeleye. Bu vuruş uyarıdır. Sarsıntı geçiren amele vatandaş, bu çarpmayla gözlerini açar, ayakkabısını giyerdi.

Bu çarpma da bir şeyler daha olurdu çıkış koridorunda...

Vapurun çarpmasını bekleyen birileri de vardır; Yankesiciler.

Hani bu çarpmayla ister-istemez yanınızdakine çarparsınız ya, işte tam bu sırada işini yapardı yankesici... önceden gözüne kestirdiği kişinin yanındadır zaten.

O üç-beş saniyede bitirir işini.

Hızlı çalışmak zorundadır parmakları. Yoksa mesleğinin(!) erbabı olamaz...

Hatta mesleğine ihanet etmiş sayılır.

Her şeye rağmen vapurun en dürüst(!) yolcularıdır da yankesiciler... ve seyyar satıcılar.

Neden mi? Biletlidirler onlar.

Çünkü vapurdan hiç inmezler, gün boyu bir tek biletle gider, gelirler.

Hep merak etmişimdir:

Ülkemizde ‚Şeriat Kanunu’ olsa, kaç kişi “İKİ ELLİ, ON PARMAKLI” kalırdı acaba?

Namus ve Şeref kavramlarını yitirmeden kazananlara,

Saygılarımla

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.