Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
Aydem
Rıdvan Eşin
Muratcan Işıldak
Köşe Yazarı
Muratcan Işıldak
 

Meselemiz Anayasa!

Bilindiği gibi, Fransa İmparatoru III. Napolyon’un 1867 yılındaki Uluslararası Paris sergisi açılışı için yaptığı çağrı üzerinde yanına şehzadelerini de alarak kalabalık bir heyetle Avrupa’ya giden Sultan Abdülaziz, Paris’ten sonra Londra’ya geçmiştir. Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Ali Suavi gibi Genç Osmanlılar da o günlerde Londra’da bulunmaktadır. İngilizler, Sultanı Dover Limanında Deniz Kuvvetlerinin düzenlediği görkemli manevralarla karşılaşmışlar ve heyeti Londra’ya trenle götürmüşlerdir. Londra’da da, önde bando mızıka takımı, bir süvari birliğinin eşliğinde fabrika ve tersaneler gezdirilmiş, sonra da Parlamento’da Lordlar Kamarası’nın bir oturumunu izlemişlerdir. İşte, bu gezi sırasında ilk kez demirden yapılmış savaş gemisi gören ve ilk kez trene binen Osmanlı aydınları İngilizlerin bu olağanüstü gelişmişliğinin, 1215 yılında imzalanan Magna Carta’dan itibaren yüzyıllar boyu süren savaşımlar sonunda 1653’te kabul edilen “Instrument of Goverment”, 1689’da kabul edilen “Declaration of Rights” ve “Toleration Act” adlı sözleşmelerle kurulmuş, Thomas Hobbes, John Locke, David Hume gibi düşünürlerin geliştirdiği “erkler ayrılığı” ilkesine dayalı, laik (secular) düzen sayesinde gerçekleştirilmiş sanayi devriminin ürünü olduğunu düşünmeden salt “Parlamentolu Krallık” yöntemine yorarak Osmanlı İmparatorluğunun da eski görkemli günlerine ancak İngiltere’deki gibi “Meclisli” Sultanlık yönetimiyle kavuşabileceği kanısına varıp, ülkeye döner dönmez İmparatorluğun “meclisli” bir yönetime geçmesi için girişimlere başlamışlardır. Yetkisini meclisle bölüşmeye yanaşmadığı için de Sultan Abdülaziz’i hemen tahttan indirip yerine Şehzade Murat’ı getirmişler, onun aklını yitirmesi üzerine de meclisle çalışmayı kabul eden Abdülhamit’i sultan ilan etmişlerdir. Bilindiği gibi, Abdülhamit döneminde de laik devletlerin kurtuluş belgesi olan constitution act’i sanki bir yasa adıymış gibi Osmanlıcalaştırıp, hazırladıkları metni 1876 yılında “Kanun-i Esasi” adıyla ilan ederek, 1877 yılında Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan şeklinde, tıpkı İngiliz Parlamentosu gibi 2 meclisli Osmanlı Meclis-i Mebusan’ını görkemli bir törene açmışlardır. Ne var ki, Meclis’i “Devlet-i Aliyye’nin yürütülmesi için gerekli kanun, tüzük ve yönetmeliklerin usul-ü esasiyesini müzakere edecek” bir “meşveret meclisi” olarak tanımlayan ve Sultan’a “tehlikeli gördüğü kişileri herhangi bir yargı kararına gerek duymadan sürgün etme ve Meclis’i süresiz kapatma” yetkisi veren bu Kanun-i Esasi’nin 11. Maddesinde “Devlet-i Osmaniye’nin dini, din-i İslam’dır” olarak tanımlanmıştır. Oysa “constitution act”, Frenkçede bir yasa adı değil, Katolik kilisesinin teokratik devletlerine karşı yüzyıllar boyu verilmiş kanlı savaşımlar sonunda kurulan laik (secular) devletlerin kurtuluş sözleşmesi anlamına gelmektedir. Yani, meşruiyeti kutsal güçlerden değil halktan kaynaklanan, yasamanın kutsal güçlerden ve hanedandan alınıp Meclise devredildiği, yasama-yürütme-yargı erklerinin ayrılığı ilkesine dayalı, teokratik devletin seçeneği olarak bulunmuş devlet türünü tanımlamaktadır. Dönemin Osmanlı Aydınları ise, yasama yetkisinin Kur-an’dan ve Sultan’dan alınıp Meclise devredilmesini akıllarından geçirmeye bile cesaret edemedikleri için tarihte ancak devrimle yürürlüğe sokulup karşıdevrimle yürürlükten kaldırılabilmiş bu constitution kavramını, Doğulu bir kurnazlıkla bir yasa adı haline indirgerken, kurdukları bu yeni düzen için de Arapça “şart” kökünden “şartlı yönetim / Padişahın bir meclisle çalışma şartlarını kabul ettiği yönetim biçimi” anlamında hiçbir Batı dilinde karşılığı olmayan “Meşrutiyet” kavramını ortaya çıkarmışlardır. Batılılar da bu çarpıtmayı onaylamalarının yanısıra, bir yandan bizleri bu olayın Osmanlı tarihindeki en önemli devrimlerinden biri olduğuna inandırırken, öte yandan da Osmanlı aydınlarının oluşturduğu bu Kanun-i Esasi kavramını Ortadoğu’yu sömürgeleştirirken kurdukları yeni devletlere; kral yaptıkları işbirlikçilerinin meşruiyet kazanmalarında önemli bir araç olarak kullanmışlardır. Örneğin; İran’ın “şahlıkla yönetilen Caferiye mezhebinden bir İslam devleti olduğunun ve halkın, egemenliğin Allah’ın lütfu ile Muzafferettin Kaçar’a devrettiğinin” belirtildiği, 1906 yılında kabul edilen 107 maddelik Kanun-i Esasi ile Kaçar ailesi meşruiyet kazanmış ve 1907 yılında oğlu yerine şah olmuştur. Rıza Han’ın 1921 yılında bir darbe ile iktidara gelmesi ile de, yine bu Kanun-i Esasi ile hanedanlık Pehlevi ailesine geçmiştir. Anımsanacağı gibi 1979’da da Humeyni bu Kanun-i Esasi ile İran İslam Cumhuriyeti’ni kurmuştur. İngilizler Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopardığı Mısır’da da Lloyd George’un kral ilan ettiği Fuad meşruiyetini 1923 yılında kabul edilen 170 maddelik Kanun-i Esasi’den almıştır. Bu Kanun-i Esasi’ye göre de Mısır “Irsi krallıkla yönetilen, şeriat hükümlerinin geçerli olduğu bir İslam devleti”dir. General Necip ve Albay Nasır 1952 yılında bir askeri darbe ile krallığı yıkıp yerine, yine şeriat hukuku ile yönetilen bir Cumhuriyet kurmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı’nda işgal ettikleri Irak’ta da İngilizler 1924 yılında yürürlüğe giren 125 maddelik Kanun-i Esasi ile hem “Irsi krallıkla yönetilen bir İslam devleti” olan bir krallık kurmuşlar, hem de kral yaptıkları 1920 yılında kendileriyle bir “manda” anlaşması imzalamasını sağlayan Haşimi ailesinin meşruiyet kazanmasını sağlamışlardır. 1956 yılında da General Kasım bir darbe ile Haşimi ailesinin iktidarına son vererek güya bir Cumhuriyet kurmuştur, ama bu Kanun-i Esasi ve şeriat düzeni değişmemiştir. Bugün nasıl bir ülke olduğu herkesçe bilinen Suudi Arabistan Krallığının bile 29 Ağustos 1926’da “Hicaz Krallığı Kanun-i Esasi’si” adıyla kabul edilmiş, daha sonra “Suudi Arabistan Krallığı Kanun-i Esasisi” olarak değiştirilmiş bir Kanun-i Esasi’si vardır. Kısacası, Frenkçe “Constitution” kavramı, gerçekten aydınlarımızın 1876’dan beri kullandığı Kanun-i Esasi, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve Anayasa gibi devletin yönetimiyle ilgili bir yasa adı mıdır acaba? Laisizm, demokrasi, parlamenter düzen, kuvvetler ayrılığı, Anayasa mahkemesi gibi kavramlardan önce bunu tartışmalıyız galiba…
Ekleme Tarihi: 17 Ağustos 2021 - Salı

Meselemiz Anayasa!

Bilindiği gibi, Fransa İmparatoru III. Napolyon’un 1867 yılındaki Uluslararası Paris sergisi açılışı için yaptığı çağrı üzerinde yanına şehzadelerini de alarak kalabalık bir heyetle Avrupa’ya giden Sultan Abdülaziz, Paris’ten sonra Londra’ya geçmiştir. Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Ali Suavi gibi Genç Osmanlılar da o günlerde Londra’da bulunmaktadır. İngilizler, Sultanı Dover Limanında Deniz Kuvvetlerinin düzenlediği görkemli manevralarla karşılaşmışlar ve heyeti Londra’ya trenle götürmüşlerdir. Londra’da da, önde bando mızıka takımı, bir süvari birliğinin eşliğinde fabrika ve tersaneler gezdirilmiş, sonra da Parlamento’da Lordlar Kamarası’nın bir oturumunu izlemişlerdir.

İşte, bu gezi sırasında ilk kez demirden yapılmış savaş gemisi gören ve ilk kez trene binen Osmanlı aydınları İngilizlerin bu olağanüstü gelişmişliğinin, 1215 yılında imzalanan Magna Carta’dan itibaren yüzyıllar boyu süren savaşımlar sonunda 1653’te kabul edilen “Instrument of Goverment”, 1689’da kabul edilen “Declaration of Rights” ve “Toleration Act” adlı sözleşmelerle kurulmuş, Thomas Hobbes, John Locke, David Hume gibi düşünürlerin geliştirdiği “erkler ayrılığı” ilkesine dayalı, laik (secular) düzen sayesinde gerçekleştirilmiş sanayi devriminin ürünü olduğunu düşünmeden salt “Parlamentolu Krallık” yöntemine yorarak Osmanlı İmparatorluğunun da eski görkemli günlerine ancak İngiltere’deki gibi “Meclisli” Sultanlık yönetimiyle kavuşabileceği kanısına varıp, ülkeye döner dönmez İmparatorluğun “meclisli” bir yönetime geçmesi için girişimlere başlamışlardır. Yetkisini meclisle bölüşmeye yanaşmadığı için de Sultan Abdülaziz’i hemen tahttan indirip yerine Şehzade Murat’ı getirmişler, onun aklını yitirmesi üzerine de meclisle çalışmayı kabul eden Abdülhamit’i sultan ilan etmişlerdir. Bilindiği gibi, Abdülhamit döneminde de laik devletlerin kurtuluş belgesi olan constitution act’i sanki bir yasa adıymış gibi Osmanlıcalaştırıp, hazırladıkları metni 1876 yılında “Kanun-i Esasi” adıyla ilan ederek, 1877 yılında Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan şeklinde, tıpkı İngiliz Parlamentosu gibi 2 meclisli Osmanlı Meclis-i Mebusan’ını görkemli bir törene açmışlardır.

Ne var ki, Meclis’i “Devlet-i Aliyye’nin yürütülmesi için gerekli kanun, tüzük ve yönetmeliklerin usul-ü esasiyesini müzakere edecek” bir “meşveret meclisi” olarak tanımlayan ve Sultan’a “tehlikeli gördüğü kişileri herhangi bir yargı kararına gerek duymadan sürgün etme ve Meclis’i süresiz kapatma” yetkisi veren bu Kanun-i Esasi’nin 11. Maddesinde “Devlet-i Osmaniye’nin dini, din-i İslam’dır” olarak tanımlanmıştır.

Oysa “constitution act”, Frenkçede bir yasa adı değil, Katolik kilisesinin teokratik devletlerine karşı yüzyıllar boyu verilmiş kanlı savaşımlar sonunda kurulan laik (secular) devletlerin kurtuluş sözleşmesi anlamına gelmektedir. Yani, meşruiyeti kutsal güçlerden değil halktan kaynaklanan, yasamanın kutsal güçlerden ve hanedandan alınıp Meclise devredildiği, yasama-yürütme-yargı erklerinin ayrılığı ilkesine dayalı, teokratik devletin seçeneği olarak bulunmuş devlet türünü tanımlamaktadır.

Dönemin Osmanlı Aydınları ise, yasama yetkisinin Kur-an’dan ve Sultan’dan alınıp Meclise devredilmesini akıllarından geçirmeye bile cesaret edemedikleri için tarihte ancak devrimle yürürlüğe sokulup karşıdevrimle yürürlükten kaldırılabilmiş bu constitution kavramını, Doğulu bir kurnazlıkla bir yasa adı haline indirgerken, kurdukları bu yeni düzen için de Arapça “şart” kökünden “şartlı yönetim / Padişahın bir meclisle çalışma şartlarını kabul ettiği yönetim biçimi” anlamında hiçbir Batı dilinde karşılığı olmayan “Meşrutiyet” kavramını ortaya çıkarmışlardır.

Batılılar da bu çarpıtmayı onaylamalarının yanısıra, bir yandan bizleri bu olayın Osmanlı tarihindeki en önemli devrimlerinden biri olduğuna inandırırken, öte yandan da Osmanlı aydınlarının oluşturduğu bu Kanun-i Esasi kavramını Ortadoğu’yu sömürgeleştirirken kurdukları yeni devletlere; kral yaptıkları işbirlikçilerinin meşruiyet kazanmalarında önemli bir araç olarak kullanmışlardır.

Örneğin; İran’ın “şahlıkla yönetilen Caferiye mezhebinden bir İslam devleti olduğunun ve halkın, egemenliğin Allah’ın lütfu ile Muzafferettin Kaçar’a devrettiğinin” belirtildiği, 1906 yılında kabul edilen 107 maddelik Kanun-i Esasi ile Kaçar ailesi meşruiyet kazanmış ve 1907 yılında oğlu yerine şah olmuştur. Rıza Han’ın 1921 yılında bir darbe ile iktidara gelmesi ile de, yine bu Kanun-i Esasi ile hanedanlık Pehlevi ailesine geçmiştir. Anımsanacağı gibi 1979’da da Humeyni bu Kanun-i Esasi ile İran İslam Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

İngilizler Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopardığı Mısır’da da Lloyd George’un kral ilan ettiği Fuad meşruiyetini 1923 yılında kabul edilen 170 maddelik Kanun-i Esasi’den almıştır. Bu Kanun-i Esasi’ye göre de Mısır “Irsi krallıkla yönetilen, şeriat hükümlerinin geçerli olduğu bir İslam devleti”dir. General Necip ve Albay Nasır 1952 yılında bir askeri darbe ile krallığı yıkıp yerine, yine şeriat hukuku ile yönetilen bir Cumhuriyet kurmuşlardır.

Birinci Dünya Savaşı’nda işgal ettikleri Irak’ta da İngilizler 1924 yılında yürürlüğe giren 125 maddelik Kanun-i Esasi ile hem “Irsi krallıkla yönetilen bir İslam devleti” olan bir krallık kurmuşlar, hem de kral yaptıkları 1920 yılında kendileriyle bir “manda” anlaşması imzalamasını sağlayan Haşimi ailesinin meşruiyet kazanmasını sağlamışlardır. 1956 yılında da General Kasım bir darbe ile Haşimi ailesinin iktidarına son vererek güya bir Cumhuriyet kurmuştur, ama bu Kanun-i Esasi ve şeriat düzeni değişmemiştir.

Bugün nasıl bir ülke olduğu herkesçe bilinen Suudi Arabistan Krallığının bile 29 Ağustos 1926’da “Hicaz Krallığı Kanun-i Esasi’si” adıyla kabul edilmiş, daha sonra “Suudi Arabistan Krallığı Kanun-i Esasisi” olarak değiştirilmiş bir Kanun-i Esasi’si vardır.

Kısacası, Frenkçe “Constitution” kavramı, gerçekten aydınlarımızın 1876’dan beri kullandığı Kanun-i Esasi, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve Anayasa gibi devletin yönetimiyle ilgili bir yasa adı mıdır acaba?

Laisizm, demokrasi, parlamenter düzen, kuvvetler ayrılığı, Anayasa mahkemesi gibi kavramlardan önce bunu tartışmalıyız galiba…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.