AYNA AYNA SÖYLE BANA...
Eskiden insanlar sabah kalkınca aynaya bakar, saçını başını düzeltirdi. Şimdi aynaya değil, Instagram kamerasına bakıyoruz: Filtre tamam mı? Göz altı iyi silinmiş mi? Story’lik miyim?
Kendini sevmenin güzel bir şey olduğu söylendi hep ama bu kadarı fazla değil mi? Artık herkes kendine hayran. Herkes kendi hikâyesinin kahramanı, yönetmeni, hatta seyircisi.
Ama bu kadar “ben ben ben” arasında kimse birbirini duymuyor.
Narsisizm çağındayız. Psikologlar buna kişilik bozukluğu diyor biz “trend” sanıyoruz.
Narsisizm mi, Normal mi?
İnsan biraz kendini sevecek tabii. Aynaya bakınca “ben fena değilim” demek ruh sağlığı göstergesidir.
Ama aynada kendinden başka kimseyi görmemeye başladığında işler değişiyor.
Psikoloji buna patolojik narsisizm diyor:
Kendini abartmak,
Her zaman haklı olmak,
Eleştiriye alerjik olmak,
Başkalarının sınırlarını hiçe saymak,
Onay almadığında öfkelenmek...
Ve bu sadece bireysel bir mesele değil.
Toplumu, siyaseti, sanatı ve eğitimi de içine alan bir psikososyal salgın hâline geldi.
Siyasette Narsisizm: “Benimle Başladı Her Şey”
Bazı liderler vardır, sabah uyanınca güneşi bile kendilerinin doğurduğuna inanır.
Ülkenin tarihini kendiyle başlatır, başarıları sahiplenir, hataları düşmanlara yükler.
Eleştiri? Asla. Eleştirenler ya nankör, ya hain, ya dış güçlerin ajanıdır.
Bu tip liderler, çevresine “ayna danışmanlar” yerleştirir.
Her söylediğini onaylayan, hatta lider daha düşünmeden “ne kadar müthiş düşündünüz efendim” diyen insanlar...
Bir tür saray içi yankı odası. Gerçekliğin değil, egonun duvarları var içeride.
Ve işte böyle büyür narsisistik liderliğin gölgesi.
Demokrasi yerini “karizma” ya bırakır. Kurumlar şahsileşir, medya kişiselleşir, muhalefet düşmanlaşır.
Sonuç?
Tiranlığa giden bir patika.
Çünkü narsistik lider sadece yönetmek değil, sevilmek, alkışlanmak, asla eleştirilmemek ister.
Bu yüzden hakikat değil, imaj yönetilir.
Halk değil, sadakat önemlidir.
Sanat Dünyasında Narsisizm: “Eleştiri Değil, Hayranlık Kabul Edilir”
Sanatçının biraz ego taşıması normaldir. Ama bazen o ego, resim çerçevesinden dışarı fırlayıp sergi salonunun tamamını kaplar.
Bir sergide üç çizgi görürsünüz, altında bir açıklama:
“Varoluşun dağılmış metaforu.”
Eleştirirseniz cahil olursunuz. Anlamazsanız köylü. Beğenmezseniz kıskanıyorsunuzdur.
Ama iş burada bitmiyor. Asıl sorun, sanat eğitiminde başlıyor.
Kendisini “usta” değil, “kutsal” ilan eden bazı eğitmenler, öğrencilerini şekil verecek “hamur” gibi görmeye başlıyor.
“Ben diyorsam doğrudur.”
“Sen anlamadıysan sende bir eksiklik vardır.”
Bu narsisistik düzen, yaratıcılığı boğar, öğrenciyi susturur.
Sürekli aşağılanmak, göz önünde kıyaslanmak, "sen daha yolun başındasın" diye bastırılmak...
Bu bir eğitim değil, bir tür duygusal mobbingtir.
Sanat özgürlükle gelişir. Ama narsistik hoca için öğrenci sadece bir yansıma nesnesidir.
Kendisine hayran değilse, potansiyeli de yoktur.
Gündelik Hayatta Narsisizm: “Kahvemi Çekmedim, Var Mıyım?”
Sadece siyaset ve sanat mı? Gündelik yaşam da narsisizmin arenası oldu artık.
Eskiden “ânı yaşamak” vardı, şimdi “anı yayınlamak” var.
Kahve içilmiyor, poz veriliyor. Kitap okunmuyor, "okunuyormuş gibi" paylaşılıyor.
Hayat bir sahne, herkes influencer.
“Ben ne kadar doluyum” diyerek boş pozlar atılıyor.
Ama işin ironisi şu: Narsist kişi kendinden emin biri değildir.
Tam tersine, içinde derin bir değersizlik hissi taşır.
Bu hissi bastırmak için dışarıdan sürekli takdir, beğeni, onay ister.
Onay gelmeyince küser, eleştirilince saldırır.
Toplumsal Sonuç: Herkes “Ben”, Kimse “Biz” Değil
Patolojik narsisizm bireysel bir bozukluk olarak başlar ama kitleselleşince daha büyük krizlere yol açar:
Siyasette: Otoriterliğe, tiranlığa, kurumsal çöküşe.
Sanatta: Yaratıcılığın susturulmasına, öğrencinin ezilmesine.
Sosyal hayatta: Empati yoksunluğuna, yalnızlığa, yüzeysel ilişkiler batağına.
Herkes görünmek istiyor, kimse dinlemek istemiyor.
Herkes haklı, kimse sorumlu değil.
Herkes yıldız, ama hiç kimse gökyüzü değil
Peki Çözüm Ne? Ayna Değil, İnsan Lazım
Evet, narsisizm çağında yaşıyoruz. Ama bu çağın kurbanı olmak zorunda değiliz.
İşte bazı panzehirler:
1. Siyasette: Güç Dağılımı Şart
Patolojik narsisizmin siyasetteki karşılığı olan “tek adam kültü”ne karşı en etkili çözüm: Güçlü kurumlar ve sistem içi denetimdir.
Lider değil, sistem konuşmalı.
Şeffaflık, hesap verilebilirlik, medya özgürlüğü garanti altına alınmalı.
Eleştiri bastırılmamalı, duyulmalı.
Aksi hâlde her seçim bir fan klübü yarışına dönüşür, liderlik de terapi odasına...
2. Sanatta ve Eğitimde: Eleştiriyi Onurlandırmak
Öğretmenlik, şekillendirme değil; eşlik etme sanatıdır.
Öğrenciye “yaratıcı birey” olarak bakılmalı, “biçimlendirilecek nesne” gibi değil.
Sanatçı egosunun değil, yaratıcı diyaloğun önü açılmalı.
Eleştiri lüks değil, gerekliliktir.
Ve iyi eleştirinin olmadığı yerde iyi sanat da gelişmez.
3. Gündelik Hayatta: Onay Ekonomisinden Çıkmak
Kendimize şu soruyu soralım:
“Bunu gerçekten paylaşmak mı istiyorum, beğenilmek mi?”
Dışarıdan gelen onaya bağımlı yaşamaktan, içsel doyum arayışına yönelmek gerek.
Bazen görünmeden, alkışlanmadan, sadece hissedilerek yaşamak da değerlidir.
4. Psikolojik Düzeyde: Kendini Tanı, Taçlandırma
Gerçek özgüven, eleştirilince çökmez.
Kendini tanıyan kişi, onay almadan da yürüyebilir.
Gerekirse terapi, öz-farkındalık ve içsel sorgulama ile bu alan geliştirilebilir.
Ve şunu unutmamak gerek:
Herkesin hayran olacağı biri olmak yerine, birkaç kişinin gerçekten bağ kurabileceği biri olmak, çok daha insani bir hedef.
Son Söz: Aynadan Uzaklaşabilir miyiz?
Belki aynayı biraz silmek, biraz da uzaklaşmak gerekiyor