Çay, bu topraklarda yalnızca bir içecek değildir; gündelik hayatın sessiz ritmini tutan, toplumsal belleğin en sıcak sayfalarından biridir. İnce belli bir bardakta hem sohbetin sıcaklığı hem de sessizliğin derinliği gizlidir. Her yudum, bir hikâyeyi, bir mekânı, bir zamanı taşır.
Kahvehanelerde, köy meydanlarında, berber dükkânlarında ya da ofislerde... Çay, mekânları birbirine bağlayan görünmez bir köprüdür. Kahvehanedeki bir bardak çay yalnızlığı sosyalleştirir; ofisteki çay molası rutini insancıllaştırır; evdeki çay misafiri aileden biri yapar. Çay, mekânı dönüştürür: bir odayı “yer”e, bir masayı “hatır”a çevirir.
Anadolu’da çay, günün nabzını tutar. Sabahın ilk demi, güne başlangıçtır; akşamın son bardağı, günün değerlendirmesidir. Herkesin belleğinde bir çay sahnesi vardır: annenin mutfakta demlediği çay, taziyede uzatılan bardak, yolculuk molasında içilen dumanı tüten dem... Bu anlar, kişisel olduğu kadar toplumsaldır da. Çay, hatıralarımızın sıcak damgasıdır.
Toplumumuzda çayın belki de en özel tarafı, eşitleyici gücüdür. Ne lüksün ne yoksulluğun simgesidir. Aynı bardakta, aynı sıcaklıkta ikram edilir. Çay, hiyerarşileri eritir; zenginle yoksul, gençle yaşlı, kadınla erkek aynı masada buluşur. Bir çay ocağında yan yana oturan iki kişi, kimliklerinden sıyrılıp ortak bir sıcaklığın parçası olurlar. Çay, toplumsal barışın küçük ama etkili jestidir.
Ve belki de en önemlisi, çay sabrın içeceğidir. Demini almak için beklemek gerekir. Yavaşlığın, dinginliğin, paylaşmanın sembolüdür. Bu yüzden bir bardak çay hem dinlenmenin hem düşünmenin davetidir.
Çay, bizim kültürümüzde bir içecekten çok daha fazlasıdır. Paylaşılan bir zaman, korunan bir gelenek, taşınan bir bellektir.
Birçok ülke kahvesiyle ya da şarabıyla anılır; biz ise çayla hatırlanırız. Çünkü bizde çay, hayatın sıcak tarafıdır.
“Bir çay daha içer misin?” - yalnızca bir ikram değil, bir yakınlık teklifidir.



