“Bir kıtanın kaderi karadır, çünkü biz onu öyle boyadık.”
Açlık, savaş, sömürü… Afrika’nın hikâyesi aslında bizim hikâyemiz. Çünkü o kıtanın yaraları, insanlığın vicdanında açılmış en derin izlerdir.
Dün Kongo’da bir çocuk açlıktan öldü.
Bugün Sudan’da bir anne evladını toprağa verdi.
Yarın kimin sırada olduğunu bilmiyoruz.
Afrika’nın hikâyesi sadece yoksulluğun, savaşın ya da açlığın hikâyesi değil.
Bu, insanlığın vicdanının hikâyesidir.
Ve evet, bu kıta bu kadere mahkûm değildir. Fakat biz —dünyanın geri kalanı— onu hep o mahkûmiyetin içinde tutmakta kararlıyız.
“Misyonerlikten milislere, vaazdan vahşete…”
Bir zamanlar Batı’nın Hristiyan misyonerleri “medeniyet” götürme iddiasıyla Afrika’ya ayak bastı.
O “medeniyet”, binlerce yıllık kültürleri yok etti, haritaları yeniden çizdi, insanları köleleştirdi.
Bugünse aynı topraklarda, aynı yöntemlerin farklı dinî ve ideolojik maskelerle sürdüğünü görüyoruz.
Artık misyonerler farklı, silahlar daha modern, ama sonuç aynı: kan, açlık ve çaresizlik.
Afrika bugün bir güç arenasına dönüşmüş durumda. Misyonerlikten milislere, vaazdan vahşete uzanan bir zincirin ortasında 1,5 milyar insan nefes almaya çalışıyor.
Kıtanın 54 ülkesinden 16’sında çatışmalar var. Sudan’da gökyüzü hâlâ dumandan kararıyor, Kongo’da kadınların onuru sistematik biçimde çiğneniyor, Mali’de El Kaide köyleri birer birer ele geçiriyor.
“Zenginliklerinin gölgesinde fakir bırakılmış bir kıta”
Afrika, dünyanın yüzölçümünün beşte birini, nüfusunun beşte birini barındırıyor ama ekonomik pastadan sadece yüzde üç pay alıyor.
Bu, insanlık tarihinin utanç hanesine kazınmış en acı orantılardan biridir.
Çünkü bu eşitsizlik doğal değil, kurgulanmış bir eşitsizliktir.
Yüzyıllar önce bu kıtanın altınını, elmasını, petrolünü çalanlar; bugün terör örgütlerini, iç savaşları ve “insani yardım” kisvesi altındaki müdahaleleri finanse ediyor.
Bir zamanlar zincirlerle taşınan köleler, bugün mülteci botlarının içinde Avrupa kıyılarına vuruyor.
Sömürü biçim değiştirdi, sadece zincirler görünmez hale geldi.
“İnanç, insanı insana yaklaştırmalıydı...”
Afrika’da Müslüman nüfus artıyor, Arapça konuşan milyonlar çoğalıyor.
Fakat dinin ışığı, siyasetin karanlığında sönüyor.
İnanç, barışa değil, çoğu yerde savaşa malzeme ediliyor.
Oysa inanç dediğin şey; insanı insana yaklaştırır, birbirine kırdırmaz.
Ama belli ki dünya bu basit hakikati çoktan unuttu.
“Google bile utanıyor artık…”
Bugün Sudan’da yaşanan katliamlar, haritalarda bile “kırmızı lekeler” (Kumia, Abu Zeeriga, Sudan) olarak görünüyor.
Google Maps bile utancımızı gizleyemiyor.
Bu çağda, insanlığın hâlâ “soykırım” kelimesini telaffuz ediyor olması, ilerlemenin değil çürümenin göstergesi.
“O sessizlik duvarı sizi ne kadar koruyabilir?”
Kendinize refah dolu şehirler inşa ederken, Afrika’nın acılarına ördüğünüz sessizlik duvarının arkasına daha ne kadar saklanacaksınız?
Bütün kıtayı göçe mi zorlayacaksınız?
Yoksa onu kendi içinde öldüre öldüre mi yok edeceksiniz?
Ama unutmayın; Afrika’yı kurtaracak olan ne Batı’nın yardımları ne de yeni misyonerlerin vaatleri.
Onu ancak kendi insanının aklı, birliği ve dünyaya vereceği yeni bir insanlık dersi kurtarabilir.
“Tarih bazen Tanrı’dan daha adil yargılar”
Afrika’nın kaderi karadır, çünkü biz onu öyle boyadık.
Ama her kader gibi, bu da değişebilir — yeter ki insanlık o aynaya bakmayı cesaret etsin.
Umarım gerçekten inandığınız bir Tanrı vardır.
Ve o Tanrı, Afrika’nın çocuklarının gözyaşlarını sizin terazinizde tartar.
Çünkü tarih, bazen Tanrı’dan daha adil yargılar.





