Freud öfkeyi içgüdüsel olarak tanımlamaktadır ve saldırganlığın, ölüm içgüdüsü‖ olarak adlandırdığı biyolojik bir temele dayandığını öne sürmüştür.
Freud, insanlardaki saldırganlık eğilimini orijinal içgüdüsel bir özellik olarak görmektedir. Buna göre saldırganlık içgüdüsü, ölüm içgüdüsünden türemiştir ve onun en temel temsilcisidir. Saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir.
Yukarıdaki tanımlamalardan anlaşıldığı gibi hepimizin içinde bir dev hazır bir şekilde beklemekte. Kendimizi kaybettiğimiz, sağa sola sataştığımız anlar içimizdeki devin uyandığı anlardır. Yaşamın bir tiyatro sahnesini andırdığı, teknolojik yaşamların çocuklarımızın önünde kopyala yapıştır olduğu bu sahnede öfke nöbetleri ne yazık ki model alınmaktadır. Psikolojide bilinen bir deneyi örnek olarak vermek istiyorum. çocuklar, bir yetişkinin yapma bir bebeği tekmeleyip ona vurduğunu gözlemişlerdir. Daha sonra yapma bir bebeğin olduğu oyun odasına alınan bu çocuklar, söz konusu saldırganlık sahnesini izlememiş olan çocuklara göre, oyun odasındaki bebeğe karşı, anlamlı düzeyde daha fazla saldırgan davranmışlardır. Çocuklar daha saldırgan davranmayı model alma yoluyla öğrenmişlerdir.
Öfkemizi kontrol altına almak için Don Miguel Ruiz Toltek ‘in (Kızılderili bir psikolog) İnsan ilişkileri ve yaşam üstüne yazdığı Dört Anlaşma kitabında bahsettiği 4 önemli vurguya bakalım.
1- Özenli olmak; söylediklerimizi ve yaptıklarımızda özenli olmalıyız.
2- Hiçbir şeyi kişisel almamak; herkes söylediği ve yaptığı şeye kendi öyküsü içinde anlam vermektedir, kendi üzerinize alınmayın.
3- Varsayımda bulunmayın; kişinin ne demek istediğini onun kendi kafasında taşıdığı öykü içinde değerlendirmeye çalışın.
4- Elinizden gelenin en iyisini yapın; Her durumda elinizden gelenin en iyisini yapın.
Öfke moduna geçmeden önce bu anlaşmayı gözden geçirmenizi öneririm.