Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
Aydem
Rıdvan Eşin
Şükrü Çekinmez
Köşe Yazarı
Şükrü Çekinmez
 

Panayır

Oldum olası köyümüzden başka yerleri görme isteği ile yanar tutuşurdum. O nedenle dağların başlarına çıkar, uzak köylere, kasabalara bakardık. Bu bile ufkumuzu açmaya yeterdi. On on bir yaşına gelmiş, komşu köye gitmemiş çocuklar vardı köyümüzde. Çine’de dedemin tanıdıkları çoktu. Zaman zaman onlar bize gelirler, bazan biz Çine’ye giderdik. Teyzem dedemin tanıdıklarından birinin oğlu ile nişanlanmıştı. Çok uzun süren bir nişanlılık dönemi sonunda teyzem evlendi, Çine’ye gelin gitti. Çocukluğumda temizliğimle ilgilenen, saçımı tarayan, koruyup kollayan ana yarısı teyzem yoktu artık. Onun ilgisini arıyor, eksikliğini duyuyordum. Teyzem ilkokul üçe kadar okumuş. O günlerde “Kara Öğretmen” varmış köyümüzde.  Kara Öğretmen bir gün onu bodruma kapatmış, ceza olarak. O günden sonra bir daha okula gitmemiş. Oysa dersleri çok iyiymiş . İlkokulda iken derslerimle ilgilenir, ödevlerimi yaptırırdı. 1963 yılında ilkokulu bitirdim. O vakitler okullar 23 Nisan’dan sonra kapanırdı. Mayıs ayının ilk günlerinde Çine’ye geldim bir kaç günlüğüne. Sabahları çıkıyor, bizim köyden göçme Tahirgile gidiyordum. Onlarla birlikte o Şeyh Dağı’nın başından izlediğim Çine’yi adım adım dolaşıyorduk. Elektrik santrali çok ilgimi çekmişti. Tahir’in babası Yaşar Usta orada çalışıyordu. Burada üretilen elektrik evlerde ve sokak aydınlatmasında kullanılıyordu. Her evde elektrik ocakları kullanılıyor, yemeği onda pişiriyorlardı. Bizim gibi gaz lambası ile uğraşmıyorlardı. Manavların olduğu halde ilk kez muz gördüm. Ama “ Kimbilir kaç liradır?” diyerek alıp yiyemedim. Altı ay sonra ortaokula başlayınca yirmi beş kuruş verip bir tane muz aldım. Yediğim ilk muzun tadı bu günkü gibi damağımdadır. Tahirgilin evi boş bir alanın ortasındaydı. Yanında bir ev daha vardı. Başka ev yoktu çevresinde. Karşıda mezarlık vardı. Bir gün gene oradaydım. Mezarlığa doğru büyük bir insan kalabalığı geliyordu. “Dün boğulan çocukları gömmeye geliyorlar. “ dedi Tahir’in anası.  Boğulan iki çocuğun tabutlarını taşıyan büyük bir kalabalık vardı. Kalabalığın ardısıra ortaokulun tüm öğrencileri ve öğretmenleri geliyordu. Tüm öğrenciler şapkalarını giymişler, üzüntü içindeydiler. İlçede olay herkes tarafından duyulmuş, bütün kasaba yasa boğulmuştu. Üç kişi gitmişler Şarlan denilen yere. Önce Burhan adındaki çocuk girmiş suya, girmesiyle çıkması bir olmuş “ Arkadaşlar girmeyin! Su derine çekiyor.” dediği halde dinlememiş diğerleri... Burhan’ın gözü önünde boğulmuş arkadaşları. Sonra cansız bedenleri suyun dibinden çıkarılmış. Çocukların boğulduğu yeri görmek istiyordum. Tahir ile birlikte gittik o gün öğleden sonra. Burası küçük bir çağlayandı. Üç dört metre yukarıdan akan su oradaki havuz gibi yerde bir süre dönüyor, dönüyor, sonra dere yatağında akıp gidiyordu. Çok derin olmalıydı. Çinelilerin anılarında tatsız ve üzücü yer tutan bu olayın tanığı olmuştum. Ortaokul öğrencilerinin giyim kuşamı ilgimi çekmişti.” Güz gelse de ortaokula başlasam.” diye güz aylarını iple çekmeye başlamıştım bile. Ertesi günlerde Çine’nin top sahasında panayır kurulduğunu duydum. Adı Tarım ve Emtia Panayırıymış. Tarımı biliyordum, ama emtia ne demekti? Bilmiyordum. Her neyse beni onlar ilgilendirmiyordu zaten. Oyuncaklar, salıncaklar, atlıkarıncalar, uçan sandalyeler vardı bir de. Bizim köyden Alibey Dayı’yı gördüm orda. Bir kenarda öğürdükçe öğürüyor.  Yanına gittim. Öğürmekten gözleri dışarı çıkmış. Meğer uçan sandalyelere binmiş, midesi bulanmış, çok kötü olmuştu. Onu öyle gördükten sonra ne o gün, ne ondan sonra uçan sandalyelere binemedim. Salıncaklara doğru gittim, bir salıncağa bindim, epeyce sallandım, sallandım. Bıraktım, gidiyordum. Oradaki adam arkamdan sesleniyor. “ Delikanlı parasını vermedin.” Çıkardım, yirmibeşkuruş verdim. Adam aldı, cebine koydu. Böylece bu salıncakların bizim köydeki gibi beleş olmadığını öğrenmiş oldum. Biraz ilerde bir çember etrafında döne döne giden atlar vardı. Bu kez yirmibeşliği peşin verdim. Daha sonraki yıllarda bu oyuncağa atlıkarınca denildiğini öğrendim. “Tamam! Atı anladık... Karınca ile ne ilgisi var? Hem karınca falan da yok.” diye düşünmedim değil. Bizim köyde kuyudan su çekmeye yarayan dolaplara benzeyen bir dolap vardı. Ama bu dolap çok daha büyüktü. Dönme dolap diyorlarmış. “ Dolap döner zaten. Dönme demeye ne gerek var.? “ diye düşünmeden edemedim. Bir çadırın önünde bir adam bağırıp duruyordu. “ Gel vatandaş! Şahmeran burda! Amerikan panteri burdaaa!” Yirmibeşliği uzattım, içeri girdim. Orada kafası insan, belden aşağısı yılan şahmeranı görmeyi umuyordum. Oraya uzanmış bir kızcağız, belden aşağısı bezlerle sarılmış, yılan desenleri ile boyamışlar. Şahmeran öyküsünü önceden okumuştum. Bu şahmeranı beğenmedim. Aynı çadırda evcil bir domuz vardı, gelene gidene “ Amerikan Panteri” diye yutturuyordu. Çadırda tek gerçek olan büyük bir yılandı.  Evran adı verilen çok büyük yılanlar olduğunu duymuştum. Sonraki yıllarda “boa” yılanı olduğunu, zehirsiz olduğunu öğrendim bu yılanın. Avını boğarak yutarmış. Günde bir tavşan yiyormuş demişlerdi. Biraz gidince yuvarlak bir yer var.  Sanki çoook büyük bir fıçı gibi. İçerde biri motosiklete biniyor. Fıçının içinde dimdik tahtadan duvarda motosikletle geziyor da geziyor. Çine’nin dondurması, ezmesi çok ünlüdür. Panayırda ezmeci, dondurmacılar da yerini almıştı. Bu yerlerin çoğunda gramofon çalardı. Yanık sesli kadın ve erkeklerin söylediği türküler ve şarkılar yükselirdi. “Sigaramın dumanı, yoktur yârin imanı.” Diğerinden “Asker oldum gidiyorum kıdemli çavuş. Kore dağlarında oldum bir baykuş...” Zeki Müren’in sesinden “Gün batar! Kuşlar döner yuvaya” söyler bir diğeri. Çarşıdan top sahasına yolcu taşıyan ciplerden birine bindim, çarşıya gittim. Baktım, orada bizim köyün cipleri... Köyü özlemiştim. Dönmeye karar verdim. Eniştem Ahmet Özer’in dükkânında çalışıyordu. Kunduracıydı o. Ayakkabı başına para alıyordu. Neyse enişteme köye döneceğimi söyledim.  Solmaz’ın cipine binerek köye döndüm. Çocukluk anılarında önemli bir yeri vardır bu Çine gezisinin. Ortaokula gitme isteğim de iyice artmıştı. Üç ay sonra Çine Ortaokulu’nun 303 nolu öğrencisi olmuştum.
Ekleme Tarihi: 07 Nisan 2020 - Salı

Panayır

Oldum olası köyümüzden başka yerleri görme isteği ile yanar tutuşurdum. O nedenle dağların başlarına çıkar, uzak köylere, kasabalara bakardık. Bu bile ufkumuzu açmaya yeterdi. On on bir yaşına gelmiş, komşu köye gitmemiş çocuklar vardı köyümüzde.

Çine’de dedemin tanıdıkları çoktu. Zaman zaman onlar bize gelirler, bazan biz Çine’ye giderdik. Teyzem dedemin tanıdıklarından birinin oğlu ile nişanlanmıştı. Çok uzun süren bir nişanlılık dönemi sonunda teyzem evlendi, Çine’ye gelin gitti. Çocukluğumda temizliğimle ilgilenen, saçımı tarayan, koruyup kollayan ana yarısı teyzem yoktu artık. Onun ilgisini arıyor, eksikliğini duyuyordum. Teyzem ilkokul üçe kadar okumuş. O günlerde

“Kara Öğretmen” varmış köyümüzde.  Kara Öğretmen bir gün onu bodruma kapatmış, ceza olarak. O günden sonra bir daha okula gitmemiş. Oysa dersleri çok iyiymiş . İlkokulda iken derslerimle ilgilenir, ödevlerimi yaptırırdı.

1963 yılında ilkokulu bitirdim. O vakitler okullar 23 Nisan’dan sonra kapanırdı. Mayıs ayının ilk günlerinde Çine’ye geldim bir kaç günlüğüne.

Sabahları çıkıyor, bizim köyden göçme Tahirgile gidiyordum. Onlarla birlikte o Şeyh Dağı’nın başından izlediğim Çine’yi adım adım dolaşıyorduk. Elektrik santrali çok ilgimi çekmişti. Tahir’in babası Yaşar Usta orada çalışıyordu. Burada üretilen elektrik evlerde ve sokak aydınlatmasında kullanılıyordu.

Her evde elektrik ocakları kullanılıyor, yemeği onda pişiriyorlardı. Bizim gibi gaz lambası ile uğraşmıyorlardı.

Manavların olduğu halde ilk kez muz gördüm. Ama “ Kimbilir kaç liradır?” diyerek alıp yiyemedim.

Altı ay sonra ortaokula başlayınca yirmi beş kuruş verip bir tane muz aldım. Yediğim ilk muzun tadı bu günkü gibi damağımdadır.

Tahirgilin evi boş bir alanın ortasındaydı. Yanında bir ev daha vardı. Başka ev yoktu çevresinde. Karşıda mezarlık vardı. Bir gün gene oradaydım. Mezarlığa doğru büyük bir insan kalabalığı geliyordu. “Dün boğulan çocukları gömmeye geliyorlar. “ dedi Tahir’in anası.  Boğulan iki çocuğun tabutlarını taşıyan büyük bir kalabalık vardı. Kalabalığın ardısıra ortaokulun tüm öğrencileri ve öğretmenleri geliyordu. Tüm öğrenciler şapkalarını giymişler, üzüntü içindeydiler. İlçede olay herkes tarafından duyulmuş, bütün kasaba yasa boğulmuştu.

Üç kişi gitmişler Şarlan denilen yere. Önce Burhan adındaki çocuk girmiş suya, girmesiyle çıkması bir olmuş “ Arkadaşlar girmeyin! Su derine çekiyor.” dediği halde dinlememiş diğerleri... Burhan’ın gözü önünde boğulmuş arkadaşları. Sonra cansız bedenleri suyun dibinden çıkarılmış. Çocukların boğulduğu yeri görmek istiyordum. Tahir ile birlikte gittik o gün öğleden sonra.

Burası küçük bir çağlayandı. Üç dört metre yukarıdan akan su oradaki havuz gibi yerde bir süre dönüyor, dönüyor, sonra dere yatağında akıp gidiyordu. Çok derin olmalıydı.

Çinelilerin anılarında tatsız ve üzücü yer tutan bu olayın tanığı olmuştum. Ortaokul öğrencilerinin giyim kuşamı ilgimi çekmişti.” Güz gelse de ortaokula başlasam.” diye güz aylarını iple çekmeye başlamıştım bile.

Ertesi günlerde Çine’nin top sahasında panayır kurulduğunu duydum. Adı Tarım ve Emtia Panayırıymış. Tarımı biliyordum, ama emtia ne demekti? Bilmiyordum. Her neyse beni onlar ilgilendirmiyordu zaten. Oyuncaklar, salıncaklar, atlıkarıncalar, uçan sandalyeler vardı bir de. Bizim köyden Alibey Dayı’yı gördüm orda. Bir kenarda öğürdükçe öğürüyor.  Yanına gittim. Öğürmekten gözleri dışarı çıkmış. Meğer uçan sandalyelere binmiş, midesi bulanmış, çok kötü olmuştu. Onu öyle gördükten sonra ne o gün, ne ondan sonra uçan sandalyelere binemedim.

Salıncaklara doğru gittim, bir salıncağa bindim, epeyce sallandım, sallandım. Bıraktım, gidiyordum. Oradaki adam arkamdan sesleniyor. “ Delikanlı parasını vermedin.” Çıkardım, yirmibeşkuruş verdim. Adam aldı, cebine koydu. Böylece bu salıncakların bizim köydeki gibi beleş olmadığını öğrenmiş oldum.

Biraz ilerde bir çember etrafında döne döne giden atlar vardı. Bu kez yirmibeşliği peşin verdim. Daha sonraki yıllarda bu oyuncağa atlıkarınca denildiğini öğrendim.

“Tamam! Atı anladık... Karınca ile ne ilgisi var? Hem karınca falan da yok.” diye düşünmedim değil.

Bizim köyde kuyudan su çekmeye yarayan dolaplara benzeyen bir dolap vardı. Ama bu dolap çok daha büyüktü. Dönme dolap diyorlarmış. “ Dolap döner zaten. Dönme demeye ne gerek var.? “ diye düşünmeden edemedim.

Bir çadırın önünde bir adam bağırıp duruyordu. “ Gel vatandaş! Şahmeran burda! Amerikan panteri burdaaa!”

Yirmibeşliği uzattım, içeri girdim.

Orada kafası insan, belden aşağısı yılan şahmeranı görmeyi umuyordum. Oraya uzanmış bir kızcağız, belden aşağısı bezlerle sarılmış, yılan desenleri ile boyamışlar. Şahmeran öyküsünü önceden okumuştum. Bu şahmeranı beğenmedim. Aynı çadırda evcil bir domuz vardı, gelene gidene “ Amerikan Panteri” diye yutturuyordu. Çadırda tek gerçek olan büyük bir yılandı.  Evran adı verilen çok büyük yılanlar olduğunu duymuştum. Sonraki yıllarda “boa” yılanı olduğunu, zehirsiz olduğunu öğrendim bu yılanın.

Avını boğarak yutarmış. Günde bir tavşan yiyormuş demişlerdi.

Biraz gidince yuvarlak bir yer var.  Sanki çoook büyük bir fıçı gibi. İçerde biri motosiklete biniyor. Fıçının içinde dimdik tahtadan duvarda motosikletle geziyor da geziyor.

Çine’nin dondurması, ezmesi çok ünlüdür. Panayırda ezmeci, dondurmacılar da yerini almıştı.

Bu yerlerin çoğunda gramofon çalardı. Yanık sesli kadın ve erkeklerin söylediği türküler ve şarkılar yükselirdi. “Sigaramın dumanı, yoktur yârin imanı.”

Diğerinden “Asker oldum gidiyorum kıdemli çavuş. Kore dağlarında oldum bir baykuş...”

Zeki Müren’in sesinden “Gün batar! Kuşlar döner yuvaya” söyler bir diğeri.

Çarşıdan top sahasına yolcu taşıyan ciplerden birine bindim, çarşıya gittim. Baktım, orada bizim köyün cipleri... Köyü özlemiştim. Dönmeye karar verdim. Eniştem Ahmet Özer’in dükkânında çalışıyordu. Kunduracıydı o. Ayakkabı başına para alıyordu.

Neyse enişteme köye döneceğimi söyledim.  Solmaz’ın cipine binerek köye döndüm.

Çocukluk anılarında önemli bir yeri vardır bu Çine gezisinin.

Ortaokula gitme isteğim de iyice artmıştı. Üç ay sonra Çine Ortaokulu’nun 303 nolu öğrencisi olmuştum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.