Mahatma Gandhi; “Yarın ölecekmiş gibi yaşa. Sonsuza kadar yaşayacakmışsınız gibi öğrenin” diyerek eğitimin önemine vurgu yapmıştır.
Eğitim ülkenin kalkınmasını, toplumsal kültürün gelecek nesillere aktarılması, bireylerin niteliklerinin artmasını ve yeni kültür ürünlerinin oluşmasını sağlamaktadır.
Ülkemizdeki eğitim sisteminin içindeki kişi sayısı birçok ülke nüfusundan fazladır. Cumhuriyetin ilanı ve devrimlerin arka arkaya gelmesiyle eğitim alanında çok hızlı bir gelişme yaşandı, sıfırdan süper bir sistem yaratıldı.
İçinde bulunduğumuz bilgi çağında eğitim sistemi artık değişime uğramış, ülkenin kalkınması ve varlığını sürdürebilmesi için stratejik bir konuma gelmiştir. Ancak, tüm bu önemli gelişmelere rağmen ülkemizde eğitim sistemi uzun zamandır bilimsellikten uzak, ideolojik amaçlarla şekillenmekte, liyakat yerine ideolojik kayırmacılık, uzmanlık yerine ise siyasi tercihler ön plana çıkmaktadır.
Eğitim sisteminin içine düştüğü çıkmaz sonucu, eğitimde başarısızlıklar artmakta, kaynak israfı başını alıp gitmekte, zaman kaybı ve toplumsal eşitsizlik sisteme hakim olmaktadır. Bugünkü eğitim politikalarının yarattığı olumsuz ortam, yalnızca okulları değil, geleceğimizi tehdit etmektedir.
Okullar ve özellikle üniversiteler bilimsel tabanlı öğrenmeyi değil, itaat ve ezberi ödüllendiren süreçler haline gelmiştir. Öğretimin yükü sınav performansına indirgenmiş; öğrencinin merak, eleştiri, problem çözme ve yaratıcılık becerileri ihmal edilmiştir. Bu model, çocuklarımızın küresel rekabet ve belirsizlik ortamında ayakta kalmasını engellemektedir.
Eğitimde fırsat eşitsizliği kronikleşmiş; kaliteli eğitim büyük ölçüde yüksek gelir ve elit çevre ile belirlenir hale gelmiştir. Liyakat ve ihtiyaç planlaması yerine kayırmacılığın hâkim olduğu bir atama ve kurumlaşma kültürü yaygınlaşmıştır. Tek bir düşünceye dayalı müfredat ve merkezî kontrol; tarih, felsefe, sosyal bilimler gibi alanlarda eleştirel düşünceyi zayıflatmakta, farklılıkları baskılayarak toplumsal ayrışmayı derinleştirmiştir.
Türkiye’de eğitim sorunu yıllardır en büyük sorunumuz durumundadır. Ne yazık ki bu soruna bilimle ve pedagojik anlayışla değil; dar ideolojik düşünceler, günü kurtarmaya yönelik politikalar ve liyakatten uzak kadrolarla yaklaşılmıştır. Bu nedenle adı “Reform” olan her girişim başarısızlıkla sonuçlanmış, eğitim sistemimiz çağın ruhunu kavramaktan, insanı merkeze alan bilimsel metotlardan ve kültürel özgünlükten uzak kalmıştır. Türkiye, eğitimde hızla değişen küresel dünyaya ayak uyduramamış, milletimize özgü bir eğitim modeli inşa edememiştir. Eğitim kurumlarımız; fikir üreten, vizyon kazandıran, eleştirel düşünceyi besleyen yuvalar olmaktan ziyade itaati, suskunluğu ve uyumu önceleyen yapılar hâline getirilmiştir. Eğitim hâlâ ezber ve hatırlamayı ölçeklendiren düzen üzerine kurulu durumdadır. Öğrenci merakı, farklılığı yasaklı; yaratıcılık adeta suç sayılmaktadır.
Eğitim sistemimiz; vizyoner, araştırmacı ve özgür olmalıdır. Kopyacı değil, özgün olmalıdır. Gelecek; bilgiyi ezberleyenlerin değil, üretenlerin ve dönüştüren ulusların olacaktır. Türkiye, genç nüfusu, kültürel zenginliği ve bilimsel potansiyeliyle bu değişimi başarabilecek güçtedir.
Son yıllar tüm dünyada hızlı bir dönüşüm yaşanmaktadır. Ülke olarak bu dönüşümü sancılı geçiriyor, bilimsel olarak getire kalıyoruz. Bu olumsuz dönüşüm, politik akıl eksikliğinin, kısa vadeli popülist yaklaşımların sonucudur.
Türkiye’nin İhtiyacı olan şey; kalkınma, özgürleşme ve bilim temelli bir toplumsal değişimdir. Bize lazım olan bilim ve tüm seviyelerde gerçekleşmesi zorunlu olan eğitim reformudur. Üniversiteler acilen özerkleştirilmeli, liyakat ve özgür araştırma güvencesi tekrar hayata geçirilmelidir. İnsanlarımıza erken yaşta bilimsel düşünce ve teknoloji okuryazarlığı verilmelidir. Ezberin saltanatı bitmeli; eleştirel akıl, deney, yaratıcılık ve etik disiplin tüm eğitim sürecinde hâkim olmalıdır.
Türkiye, sahip olduğu kültürel miras, coğrafi konum, genç nüfus dinamiği ve bilimsel potansiyel ile eğitimde küresel bir marka yaratabilir. Bunun için her türlü eğitimde siyasal müdahaleyi sınırlayan yasal düzenlemeler hayata geçirilmeli, eğitim karar alma süreçlerine öğretmenler, akademisyenler, öğrenciler ve toplum doğrudan katılmalıdır. Eğitim yatırımlarında şeffaflık, bağımsız denetim ve mali sürdürülebilirlik şart koşulmalıdır. İmam Hatip okulları bilimsel temellerde eğitim veren meslek okullarına dönüştürülmelidir. Mesleki eğitim veren okullar ise günümüz şartlarına göre yeniden yapılandırılmalıdır. Türkiye sadece tüketen değil, icat eden, tasarlayan, üreten bir ülke olmak zorundadır. Beyin göçünü tersine çevrilmeli, gençlere özgür bilim, nitelikli eğitim yolu açılmalıdır. Türkiye olarak dünyadaki bu büyük değişime, dönüşüme ve gelişmeye ayak uydurmalıyız.
“Eğitim görmüş bir kimsede, ilk göze çarpan şey kafasının metotlu çalışmasıdır.” (Calvin Coleridge)



