Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
Aydem
Rıdvan Eşin
Zehra Gül
Köşe Yazarı
Zehra Gül
 

Efes Antik Kenti

             Kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına dayanan ve Helenistik dönemden tutunda Roma, Bizans (Doğu Roma), Beylikler ve Osmanlı dönemlerine kadar aktif yerleşim yeri olarak kullanılan o soylu şehir; Efes. Asırlar boyu üstün şehir planlama örneği oluşuyla, büyük öneme sahip bir liman kenti olmanın getirdiği ticaret merkezi özelliğiyle, binlerce yıl çok zengin kültüre sahip uygarlıklara ev sahipliği yapmasının kaçınılmaz sonucu olarak bir kültürler beşiği oluşuyla, Hristiyanlığın Hac merkezi olarak kabul görülmesi ve asırlardır bir dini merkez olma özelliğiyle; Efes tarihin bir parçası değil tarihin ta kendisi desek yanlış olmaz sanırım. İlk Kuruluş Dönemi Efes’in ilk olarak tarihte amazon adıyla anılan kadın savaşçılar tarafından kurulduğu ve hatta isminin Arzawa (Ana Tanrıça Kenti) Krallığı’nın bir şehri olan Apasas’tan geldiği rivayet edilir. Bu döneme dair çok net bilgiler bulunmasa da uzun yıllar bu bölgede yerli halkın yaşadığı düşünülüyor.                Roma Dönemi ve İkinci Kuruluş Dönemi (Efes’in Efes Oluşu) Öncesinde küçük bir yaşam merkezi olduğu düşünülen bölgenin önem kazanıp güçlenmesi Atina Prensi Androklos eliyle başlıyor. Efes Antik Kentin de bulunan Hadrianus Tapınağı girişinde Efes’in kuruluşunu anlatan şu cümleler bulunuyor; Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kâhinlerine danışır. Kâhinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar… Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler. Androklos ile başlayan Efes’in büyüme süreci M.Ö. 129 yılında Bergama Kralı Attolos’un bölgeyi Romalılara miras olarak bırakmasıyla zirveye ulaşmıştır. Miras olarak koca bir ülke bırakmak baya ilginç bir durum olsa da Efes’e yaramış neyse ki J Bu tarihten sonra Efes tarihçilere göre Asya’da bulunan en önemli ticaret merkezi haline gelir. Ayrıca burada açılan felsefe okulu da önemli bir merkez olmasında büyük rol oynamış. Hristiyanlığın ortaya çıkışıyla birlikteyse şehir önce incilin önemli isimlerinden Aziz Paul’ün bir süre burada bulunması ve burada vaazlar vermesiyle, sonraları ise Aziz John ve Bakire Meryem’in buraya gelişi ile dini bir merkez haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren altın çağını yaşayan Efes bir süre sonra sık sık el değiştirmeye ve istikrarsız bir ivme çizmeye başlar. Ve nihayet 1304 yılında Türklerin eline geçer. Beylikler ve Osmanlı Dönemi 1304 yılı itibariyle Türk beyliklere geçen Efes’te 98 yıl boyunca refah sürse de 1402 yılında Moğol saldırılarında nasibini alır ve büyük tahribata uğrar. 1425 yılında ise şehri Osmanlı fetheder. Bu noktadan sonra Efes büyük bir hızla önemini yitirir ve 20.yy a geldiğimizde Menderes Nehrinin taşıdığı kumlar ovayı genişletmiştir. Bir sahil kenti olan Efes artık denize 5km kadar uzaklıkta kalır. Efes’in benzersiz özelliklerine diğer bir örnek liman çevresidir. Üç kapı, kentten altıgen biçimli dalgakıranla ve birbirine bitişik iskele, gemi barınakları ve ambarlar ile temsili sütunlu caddeyle çevrelenmiş liman havzasına açılır. Daha MS 2. yüzyılda havza geniş bir kanalla denize bağlanmış ve bu tünel 3. yüzyılda daraltılmıştır. Kanalın her iki yanı da MS 3. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar değişen tarihlere sahip mezar yapılarıyla kuşatılmıştır. Efes’in hemen yakınındaki çevrede kanal ve Küçük Menderes (Kaystros) Nehri boyunca ilave liman havzaları için farklı yerler mevcuttur. Bu yapılar dış limanlar olarak hizmet görmüştür. Yapay bir liman havzası, kanal, birkaç farklı ilave dış liman ve bitişiğinde bir nekropolün bir arada olması antik dünyada eşi benzeri olmayan bir şeydir. Görünürdeki mimari kalıntıların çoğu tarihi bağlamları, sanatsal işçiliği, kentsel yararlılıkları kadar bilimsel kaynak olarak önemli olası nedeniyle de benzersizdir. Münferit anıtların özgün değerlerinin yanı sıra bu yapı toplulukları bir araya gelerek bir Roma kent planı ve Türkiye ya da Akdeniz’in herhangi bir yerinde bulunamayan bir korunma durumuna sahip bağımsız iç bölgesiyle Efes, daha eşsiz bir tarihi anıt oluşturur. Bu nedenle, Doğu Akdeniz’deki çok iyi koruna gelmiş Roma binalarının en geniş koleksiyonuna sahip Efes arkeolojik yerleşmesinin haklı olarak tüm varlıklarıyla anıtsal bir kent olduğu iddia edilebilir.
Ekleme Tarihi: 10 Mart 2020 - Salı

Efes Antik Kenti

            

Kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına dayanan ve Helenistik dönemden tutunda Roma, Bizans (Doğu Roma), Beylikler ve Osmanlı dönemlerine kadar aktif yerleşim yeri olarak kullanılan o soylu şehir; Efes.

Asırlar boyu üstün şehir planlama örneği oluşuyla, büyük öneme sahip bir liman kenti olmanın getirdiği ticaret merkezi özelliğiyle, binlerce yıl çok zengin kültüre sahip uygarlıklara ev sahipliği yapmasının kaçınılmaz sonucu olarak bir kültürler beşiği oluşuyla, Hristiyanlığın Hac merkezi olarak kabul görülmesi ve asırlardır bir dini merkez olma özelliğiyle; Efes tarihin bir parçası değil tarihin ta kendisi desek yanlış olmaz sanırım.

İlk Kuruluş Dönemi

Efes’in ilk olarak tarihte amazon adıyla anılan kadın savaşçılar tarafından kurulduğu ve hatta isminin Arzawa (Ana Tanrıça Kenti) Krallığı’nın bir şehri olan Apasas’tan geldiği rivayet edilir. Bu döneme dair çok net bilgiler bulunmasa da uzun yıllar bu bölgede yerli halkın yaşadığı düşünülüyor.

              

Roma Dönemi ve İkinci Kuruluş Dönemi (Efes’in Efes Oluşu)

Öncesinde küçük bir yaşam merkezi olduğu düşünülen bölgenin önem kazanıp güçlenmesi Atina Prensi Androklos eliyle başlıyor. Efes Antik Kentin de bulunan Hadrianus Tapınağı girişinde Efes’in kuruluşunu anlatan şu cümleler bulunuyor; Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kâhinlerine danışır. Kâhinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar… Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler. Androklos ile başlayan Efes’in büyüme süreci M.Ö. 129 yılında Bergama Kralı Attolos’un bölgeyi Romalılara miras olarak bırakmasıyla zirveye ulaşmıştır. Miras olarak koca bir ülke bırakmak baya ilginç bir durum olsa da Efes’e yaramış neyse ki J Bu tarihten sonra Efes tarihçilere göre Asya’da bulunan en önemli ticaret merkezi haline gelir. Ayrıca burada açılan felsefe okulu da önemli bir merkez olmasında büyük rol oynamış.

Hristiyanlığın ortaya çıkışıyla birlikteyse şehir önce incilin önemli isimlerinden Aziz Paul’ün bir süre burada bulunması ve burada vaazlar vermesiyle, sonraları ise Aziz John ve Bakire Meryem’in buraya gelişi ile dini bir merkez haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren altın çağını yaşayan Efes bir süre sonra sık sık el değiştirmeye ve istikrarsız bir ivme çizmeye başlar. Ve nihayet 1304 yılında Türklerin eline geçer.

Beylikler ve Osmanlı Dönemi

1304 yılı itibariyle Türk beyliklere geçen Efes’te 98 yıl boyunca refah sürse de 1402 yılında Moğol saldırılarında nasibini alır ve büyük tahribata uğrar. 1425 yılında ise şehri Osmanlı fetheder. Bu noktadan sonra Efes büyük bir hızla önemini yitirir ve 20.yy a geldiğimizde Menderes Nehrinin taşıdığı kumlar ovayı genişletmiştir. Bir sahil kenti olan Efes artık denize 5km kadar uzaklıkta kalır.

Efes’in benzersiz özelliklerine diğer bir örnek liman çevresidir. Üç kapı, kentten altıgen biçimli dalgakıranla ve birbirine bitişik iskele, gemi barınakları ve ambarlar ile temsili sütunlu caddeyle çevrelenmiş liman havzasına açılır. Daha MS 2. yüzyılda havza geniş bir kanalla denize bağlanmış ve bu tünel 3. yüzyılda daraltılmıştır. Kanalın her iki yanı da MS 3. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar değişen tarihlere sahip mezar yapılarıyla kuşatılmıştır. Efes’in hemen yakınındaki çevrede kanal ve Küçük Menderes (Kaystros) Nehri boyunca ilave liman havzaları için farklı yerler mevcuttur. Bu yapılar dış limanlar olarak hizmet görmüştür. Yapay bir liman havzası, kanal, birkaç farklı ilave dış liman ve bitişiğinde bir nekropolün bir arada olması antik dünyada eşi benzeri olmayan bir şeydir.

Görünürdeki mimari kalıntıların çoğu tarihi bağlamları, sanatsal işçiliği, kentsel yararlılıkları kadar bilimsel kaynak olarak önemli olası nedeniyle de benzersizdir. Münferit anıtların özgün değerlerinin yanı sıra bu yapı toplulukları bir araya gelerek bir Roma kent planı ve Türkiye ya da Akdeniz’in herhangi bir yerinde bulunamayan bir korunma durumuna sahip bağımsız iç bölgesiyle Efes, daha eşsiz bir tarihi anıt oluşturur. Bu nedenle, Doğu Akdeniz’deki çok iyi koruna gelmiş Roma binalarının en geniş koleksiyonuna sahip Efes arkeolojik yerleşmesinin haklı olarak tüm varlıklarıyla anıtsal bir kent olduğu iddia edilebilir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.