Rıdvan Eşin
Esnaf Odaları Bidliği
Aydem
Rıdvan Eşin
Yaşar Çelebi
Köşe Yazarı
Yaşar Çelebi
 

FATİH, ATATÜRK VE...

Ben ülkemize; içerisinde renga-renk çiçeklerin yetiştiği(Türk, Kürt, Laz, Arnavut, Çerkez, Alevi, Sünni, Ermeni, Bahai, Hıristiyan, Yahudi) meyve ağaçları ile donanmış bir bahçe gözü ile bakıyorum... Ve aynı zamanda sorunlarını; tavizler verilerek, paketler açılarak, palto altından ‘Sopalar’ gösterilip, gözdağı verilerek... su-gaz sıkılarak çözülmeyeceğini, çözüme kavuşmayacağını düşünüyorum... Başta gençler olmak üzere dünya çoğunluğu artık barış istiyor. Belki bir avuç ülke(veya kişi) kendi varlığını genişletmek veya zenginleştirmek isteyebilirler... ancak, bu tutumları ile bir yere varılamıyacağını, bu tamahkarların nasıl öldüklerini geçmiş tarihlerde okuduk veya gördük(Hitler, Mussolini gibi)... Yaşadığımız yüzyılda dünya barışına başka gözle bakan, bam-başka bir felsefeyle bu sorunların üstesinden gelinebileceğini ’’ileriyi görerek’’ vurgulayan tek kişi, Mustafa Kemal Atatürk olmuştur... ‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ derken; Cumhuriyetimiz içindeki etnik kökenli vatandaşlarımız ve tüm dünya devletleriyle birlikte iyi geçinmemiz gerekliliğinin altını şu cümlelerle çizmişti Ulu Önder; ‘’...Bence diktatör, başkalarını isteklerine boyun eğdirendir.   Ben, kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim...’’ Atatürk bu sözleri ecdatlarından aldığı örneklere dayanarak söyledi... Fatih Sultan Mehmed Bosna’yı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına din serbestliği getirmişti. Fatih Bosnadaki Latin papazlara verdiği 1478 tarihli fermanında; "...Nişanı-ı hümayun şu ki: Ben ki Sultan Mehmed Han'ım... üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum; Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn-ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarıda belirtilen hususlara söz konusu rahiplere; ‘benim hizmetime ve benim emrime’ itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir..." Bu ferman suretinde de görüldüğü ve yaşandığı gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. PEKİ ATATÜRK NE DEDİ... ’’...Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele(lerdir)... diyor Atatürk ve ilave ediyor; ’’... (İki Halk)Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu..." M. Kemal Atatürk(1 Mart 1922, TBMM üçüncü toplanma yılı açılış konuşması) Sonra ne oldu? Bazı ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda Ermenileri kışkırtarak(nemalanmak için); ’’Bu iki ülkeyi nasıl yaparsak savaş sıcaklığı soğumadan tekrar birbirlerine düşürürüz’’ palnları yaptılar ve 1915 olaylarını başlatarak başarılıda oldular. Atatürk; ’’... Rum, Ermeni gibi unsurlardan ayrı ayrı oluşan bir takım çeteler, adi hırsızlıkla, ara sıra da öldürmelerle meşgul olmuşlar, Rum ve Ermeni sürgünü esnasında bu unsurlardan ortaya çıkan bazı çeteler ise siyasi bir hüviyet kazanmıştır. Rusların istilası başlayınca, memleket içinde karışıklık meydana getirmek için bunlar, Ruslar tarafından teşvik edilmişler ve hatta denizden bile desteklenmişlerdir. Silahlı üç yüz Ermeni’nin üç makineli tüfek ve birçok bomba taşıyarak Kars’tan Erzurum’un kuzeydoğusunda sınır üzerinde Kosor mevkiine geldikleri öğrenildi...’’ diyor ve ardından aşağıdaki telgraf ve birbirini takip eden diğer telgraflardan da anlaşılacağı üzere, günümüze kadar süregelen; ’1915 Olayları’ ile, ömrünün sonuna kadar Türkiye’nin bu olaylarda ki haklılılğını, dünya kamuoyuna anlatmaya çalışmıştır. YAZI DİZİSİ DEVAM EDECEK...
Ekleme Tarihi: 11 Mart 2014 - Salı

FATİH, ATATÜRK VE...

Ben ülkemize; içerisinde renga-renk çiçeklerin yetiştiği(Türk, Kürt, Laz, Arnavut, Çerkez, Alevi, Sünni, Ermeni, Bahai, Hıristiyan, Yahudi) meyve ağaçları ile donanmış bir bahçe gözü ile bakıyorum...

Ve aynı zamanda sorunlarını; tavizler verilerek, paketler açılarak, palto altından ‘Sopalar’ gösterilip, gözdağı verilerek... su-gaz sıkılarak çözülmeyeceğini, çözüme kavuşmayacağını düşünüyorum...

Başta gençler olmak üzere dünya çoğunluğu artık barış istiyor.

Belki bir avuç ülke(veya kişi) kendi varlığını genişletmek veya zenginleştirmek isteyebilirler... ancak, bu tutumları ile bir yere varılamıyacağını, bu tamahkarların nasıl öldüklerini geçmiş tarihlerde okuduk veya gördük(Hitler, Mussolini gibi)...

Yaşadığımız yüzyılda dünya barışına başka gözle bakan, bam-başka bir felsefeyle bu sorunların üstesinden gelinebileceğini ’’ileriyi görerek’’ vurgulayan tek kişi, Mustafa Kemal Atatürk olmuştur...

‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ derken; Cumhuriyetimiz içindeki etnik kökenli vatandaşlarımız ve tüm dünya devletleriyle birlikte iyi geçinmemiz gerekliliğinin altını şu cümlelerle çizmişti Ulu Önder;

‘’...Bence diktatör, başkalarını isteklerine boyun eğdirendir.   Ben, kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim...’’

Atatürk bu sözleri ecdatlarından aldığı örneklere dayanarak söyledi... Fatih Sultan Mehmed Bosna’yı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına din serbestliği getirmişti.

Fatih Bosnadaki Latin papazlara verdiği 1478 tarihli fermanında;

"...Nişanı-ı hümayun şu ki: Ben ki Sultan Mehmed Han'ım... üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum;

Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn-ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir.

Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarıda belirtilen hususlara söz konusu rahiplere; ‘benim hizmetime ve benim emrime’ itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir..."

Bu ferman suretinde de görüldüğü ve yaşandığı gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.

PEKİ ATATÜRK NE DEDİ...

’’...Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele(lerdir)... diyor Atatürk ve ilave ediyor;

’’... (İki Halk)Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu..."

M. Kemal Atatürk(1 Mart 1922, TBMM üçüncü toplanma yılı açılış konuşması)

Sonra ne oldu? Bazı ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda Ermenileri kışkırtarak(nemalanmak için); ’’Bu iki ülkeyi nasıl yaparsak savaş sıcaklığı soğumadan tekrar birbirlerine düşürürüz’’ palnları yaptılar ve 1915 olaylarını başlatarak başarılıda oldular.

Atatürk; ’’... Rum, Ermeni gibi unsurlardan ayrı ayrı oluşan bir takım çeteler, adi hırsızlıkla, ara sıra da öldürmelerle meşgul olmuşlar, Rum ve Ermeni sürgünü esnasında bu unsurlardan ortaya çıkan bazı çeteler ise siyasi bir hüviyet kazanmıştır.

Rusların istilası başlayınca, memleket içinde karışıklık meydana getirmek için bunlar, Ruslar tarafından teşvik edilmişler ve hatta denizden bile desteklenmişlerdir.

Silahlı üç yüz Ermeni’nin üç makineli tüfek ve birçok bomba taşıyarak Kars’tan Erzurum’un kuzeydoğusunda sınır üzerinde Kosor mevkiine geldikleri öğrenildi...’’ diyor ve ardından aşağıdaki telgraf ve birbirini takip eden diğer telgraflardan da anlaşılacağı üzere, günümüze kadar süregelen; ’1915 Olayları’ ile, ömrünün sonuna kadar Türkiye’nin bu olaylarda ki haklılılğını, dünya kamuoyuna anlatmaya çalışmıştır.

YAZI DİZİSİ DEVAM EDECEK...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve aydinyeniufuk.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.